3. GERÇEK İNANÇLILAR

Kilise insanın ve dünyada yaşayan tüm varlıkların bundan beş on bin sene kadar önce Allah, pardon “God” tarafından yapıldığını söylemişti. Daha sonra Dünya’da atmış milyon yıldan da önce yaşamış dinozorların fosilleri bulunmaya başlandı. Hani tüm canlıları Allah, pardon “God” bundan beş on bin sene önce yapmıştı? Ne önemi var ki canım. God’mu bu lafları eden? Değil! Orta çağın kilisesi. Her şeyi, dinozorları da God yaptı. Ondan sonra “gördüğümüz canlıları God yapmadı, onların tümü çok basit canlı türlerinden evrim yoluyla türediler” diyen ve bunu ispatlayan evrim teorisi ortaya çıktı. Hah hah, saçmalığa bakınız, tabii ki tüm canlıları God yaptı, hem sonra onlar evrim yoluyla basit canlı türlerinden türedilerse bile o evrime uğrayan basit hayat türünü kim yaptı? God tabii ki! Hem siz kim oluyorsunuz da biz yüce insanların maymundan türediğini iddia ediyorsunuz? Engels kimya biliminin hayatın başlangıcı sorunsalını çözeceğini ortaya koymuştu. …Öyle de oldu. Kimya bu sorunu çözdü. Hayatın doğuşu amino asitlerin oluşumuyla başlar. O bir kimyasal reaksiyondur. Eee. Ne olmuş ki? Amino asitleri oluşturmak için kimyasal reaksiyonlara giren atomları ve molekülleri kim yaptı? God tabii ki! Bildiğimiz evren Büyük Patlama’nın ürünüdür ve atomlar vb. ondan sonra oluşmaya başladılar. Eee. Ne yapalım yani? Büyük Patlamayı kim yaptı o zaman? Hele hele bizim elimizin altında, bir milyon doları bastırdık mı, Büyük Patlama öncesi yer ve zamanın olmadığını, yer ve zamanın Büyük patlama ile başladığını söylemeye hazır profesörler olduktan sonra biz gayet rahatlıkla ispatlayabiliriz ki, herşeyi yoktan var eden Yüce Allah, pardon “God Allmighty” vardı, vardır ve var olacaktır ve Büyük Patlamayı yapanda odur. Başka bir değişle tabii bilimler God’un yaratılıştaki rolünü gerilere doğru itip durdular, şimdi de Büyük Patlamaya ve öncesine kadar ittiler.

Önemi yok. God daha hala vardır. Büyük patlamadan önceki yersiz ve zamansız bir yerlerde ve bir zamanlarda, işte o şeylerde, God vardır ve büyük Patlamayı da yaratmıştır. Varsın ondan sonrasına karışmasın. Önemi yok.

Oh be. God’u kurtardık. Şimdi rahatladık işte.

Yer ve zaman vardılar, varlar ve var olacaklar. Onların birliği harekettir. Hareketin en basit farklılaşması çekme ve itmedir. Eğer madde hareketten farklı olarak ele alınacaksa, o farklılaşmış hareketin birliğidir. Madde, itme ve çekmenin birliğidir. Evrende, sonsuz ve sonsuz olarak değişerek hayat dahil, bildiğimiz ve madde hakkındaki bilgimiz geliştikçe ileride öğreneceğimiz maddenin tüm türlerini oluşturan, yer ve zamandan başka birşey yoktur. Büyük Patlama ve büyük patlamadan bugüne kadarki tüm gelişmeler yer ve zamanın sonsuz hareketinde küçücük ve geçici bir dönemden ibarettir. Yer ve zamanın başlangıcı ve sonu yoktur. Onlar vardı, varlar ve var olacaklar.

Allah’ın, pardon God’un varlığını korumak isteyen her akıllı idealist her şeyden önce dikkatleri insan tarihinin incelenmesinden uzaklaştırmaya çalışır. Çünkü God’un yaradılışı sorunsalının gerçek çözümü insanlık tarihinde gizlidir, bilginin gelişmesi tarihinde gizlidir, tabiatın tarihinde değil. İnsanlık tarihinde God fikrinin insanoğlu tarafından ne zaman, hangi tarihte üretildiğini üç aşağı beş yukarı kesin olarak tespit edebiliriz. İkinci olarak, akıllı idealist farkındadır ki esas cevaplanması gereken sorun sonsuzluk sorunudur. Çünkü dünyanın en aptal adamı bile God yer ve zamandan önce var ise bunun nasıl mümkün olduğunu, yer ve zaman olmadan var olan bu varlığın nasıl mümkün olduğunu ve onu kimin yarattığını soracaktır. Cevap sonsuzluğa başvurmak zorundadır. God vardı, vardır ve var olacaktır. Nerede? Sonsuzlukta. İyi ama nerede ve ne zaman? Sonsuz dedi adam duymadınız mı yahu? God sonsuz ruhtur. Bu ruh vardı, vardır ve var olacaktır. Her şeyi yoktan var eden odur. Şimdiki Büyük Patlamanın varlığını öğrendik, bu büyük patlamayı yoktan yaratan işte odur.

Sürekli karşımızda duran seçim şundan ibarettir. Ya madde sonsuzdur: vardı, vardır ve var olacaktır. Veyahut ta madde hakkındaki bilgimiz geliştikçe yaratıcılık görevi sürekli gerilere itilmekte olan bu ruh. Hepimiz bunlardan birini seçmek zorundayız. Başka bir seçenek gerçekten yoktur. Her ne kadar “bilim adamı” isek de, birkaç milyon dolar verirseniz, ispatlanmış olan maddenin sonsuzluğu yerine bu ruhun sonsuzluğunu seçebiliriz. İyi ama maddenin ispatlanmış sonsuzluğu yerine ruhun sonsuzluğunu seçmemiz için birileri niye bize milyonlarca dolar versin ki? Eğer her şey değişirse, içinde yaşadığımız sosyal şartlarda değişmelidir, özel mülkiyet değişmez, sonsuz bir olgu değildir. Sonu gelecektir. Milyonların sahibi olanlar bu sonun gelmesini istemiyorlar. İslamik, Hristiyan vb. diğer kültürel şekilleriyle sonsuz ruh fikri bu sınırlı bayların sınırlı olan ve sınırlı her şeyin kaçınılmaz mantığının ürünü olarak yok olacak olan özel mülkiyetlerini korumalarında çok büyük bir yardımcıdır. Her şey sınırlıdır ve dolayısıyla her şeyin bir sınırı vardır. Doğan her şey ölmek zorundadır.

God bile ölecek, çünkü insanlık tarihinin ispatladığı gibi, insanlar onu kendilerine bakarak ve kendilerine benzeterek yarattılar. İnsanlar şeyleri ve olayları izah etmek için ona ihtiyaç duymadıklarında o da ölecek. Şu anda, gözlerimiz önünde ölüyor. Büyük Patlamadan sonra ona ihtiyaç ve yer yok. Her şey izah edilmiş durumda. Büyük patlamadan önce de ona gerek yok. Yer ve zaman Büyük Patlama ile başlamadılar. Onlar değişti ve büyük patlamaya yol açan şartları yarattılar. Genişlemekte olan evren içine çöktüğünde yeni bir Büyük Patlamaya yol açacak olan benzer şartları yaratacak. Dairesel hareket diyalektik olan hareketin en genel kanunlarından biridir. Dairesel hareket bize hareketin ve dolayısıyla yer ve zamanın sonsuzluk şeklini verir.

God’un gerçek inananları ile God’a inanmadıklarını söyleyen sözde Marksistler arasındaki bağıntı da nedir ki? (İnanmayınız. Onların teorisi daima God’a inanmayan idealizme yol açar ve “God Allmighty”nin son sığınağı da orasıdır). Bağ şudur: burada oturup Kruşçef, Mao ve Enver’in attıkları her adımı takip edip onların Troçkist, Buharinci hainler olduklarını ispatlayabilirsiniz. Ama gerçek inananlar onları savunmak için daima bir kaçış yolu bulacaklar. Bunlardan bazıları, epey itelendikten sonra büyük hatalar yapan büyük Marksist teorisini ürettiler. Onlara, iyi ama niye Mao ve/veya Enver büyük hatalar yapmış büyük Marksist de Kruşçef değil diye sorduğumuzda Mao ve Enver’in Stalin’i savunmasına değinirlerdi. O zaman bunlara Kruşçef’in ve bilhassa Breznev’in Stalin’i tıpkı bunlar gibi Stalin’in komünizmi inşa planını çarpıtarak “savunduğunu” gösterdiğimizde, bu seferde onların devrimci oldukları teorisini geliştirdiler. Sanki tartışılan onların “devrimciliğiymiş” gibi. Burada Marksizmi tartışmaktayız “yoldaş”. Onlara, Mao ve Enver’i “devrimci” yaptığını iddia ettikleri şeylerin hiç de özel şeyler olmadığı, devrimci şiddet vb. türünden laflamadan, retorikten ibaret olduğu ve bu laf salatasının pek çok “devrimci” türünün ortak dili olduğu, bunların Marksistleri anti-Marksistlerden ayıran bir zemin oluşturmadığı gösterilince bu seferde “köprü” teorisini ürettiler. Mao ve Enver, Kruşçefçilerle devrimci bir zeminde savaşarak Kruşçef revizyonizminden Leninizm’e bir köprü oluşturdular. Bu köprü teorisi Luxemburgculardan ödünç alınmıştır. Onlar Luxemburgizmin hiç değilse sosyal-demokrasiden Leninizme bir köprü oluşturduğunu ileri sürüyorlardı. Şöyle cevaplandırıldılar: Siz ne köprüsünden bahsediyorsunuz kardeşim. Eğer bu köprünün bir ayağı sosyal-demokraside, bir ayağı da Leninizm’de ise, böyle bir köprü kurmak için her şeyden önce Leninizm’e sahip olmanız lazım. Ve bir kere Leninizm varsa, Leninizm’i sosyal-demokrasi ile birleştiren böyle bir köprüye kimin ihtiyacı var? Luxemburgcular önce Lenin’le savaştılar, Leninizmin oluşmasına karşı savaştılar ve şimdi de Leninizm’i sosyal-demokrasiye bağlayan bir köprü olmak istiyorlar. Çok teşekkürler, ama hayır. Leninizm’in birincil kuralı böylesi köprüleri yıkmaktır. Böylesi köprülerle savaşmayanlar sosyal-demokrasiye geçerler.

İşte böyle. Bizim gerçek inananlarımız Mao ve Enver’in çürümüş tahtalardan inşa edilmiş köprüsünden vazgeçmemekte kararlıdırlar. Onlar gerçekten inananlardırlar. İşte, God ile, Stalin’e karşı savaşın, anavatanımıza karşı savaşın gerçek inananları olan bizim “devrimci” oportünistlerimiz arasındaki bağ budur. Ne yaparsak yapalım, God’larını ne kadar teşhir edersek edelim, onların God’larını ne kadar “büyük patlama”nın dışına itersek itelim, onlar onları büyük patlamanın dışında da savunmanın bir yolunu bulacaklardır. Sınıf mücadelesinin mantığı bunu talep ediyor. Bu kişiler kendilerini burjuvaziye bağlayan köprülerden vazgeçemiyorlar.

Veya Marks’ın Prudon’a değinirken yaptığı alıntının deyimiyle:

“wo Begriffe fehlen
Da stellt zur rechten Zeit ein Wort sich ein”

Bir fikir yenildiğinde
orada, tam zamanında, yeni bir fikir ortaya atılır.

Capital V.I. P. 74. English Edition. Lawrence & Wishart, London. 1974.

‘Bir Öncelliğin Ne Önemi Var ki’ Broşüründen alıntıdır.
http://st-cyprus.co.uk/stc-resources/bir_oncelligin_ne.pdf