K. MARX KAPİTAL Birinci Cilt, Birinci Kitap .. KAPİTALİST ÜRETİM SÜRECi
BİRİNCİ BÖLÜM METALAR VE PARA
METALAR
Kapitalist üretim tarzının hakim olduğu toplumların zenginliğini metalar oluşturur. Meta, kullanım-değerine sahip olan bir nesnedir. Kullanım-değerine bütün toplum biçimlerinde de rastlamak mümkünse de, kapitalist toplumda bu, aynı zamanda değişim-değerinin de somut taşıyıcısıdır.
Değişim-değerinin ölçülebilmesi için mukayese vasıtası gerekir ki, bu, değişim-değerlerinin ortak toplumsal maddesi olan emek, daha açıkçası, nesnelerde kristalleşmiş toplumsal gerekli emek miktarı ya da bunun elde edilmesi için harcanması gereken toplumsal bakımdan gerekli çalışma zamanıdır.
Tıpkı metaın, kullanım-değeri ve değişme değeri şeklinde iki yönlü niteliği olan bir şey olması gibi, metaın içerdiği emek de iki yönlü bir niteliğe sahiptir: Bir taraftan, terzilik, dokumacılık vs. şeklinde belirli bir üretken faaliyet olarak «faydalı emek», diğer taraftan, sırf insan işgücü harcanması, yoğunlaşmış soyut (genel) emektir. Bu niteliklerden birincisi kullanım-değerini, ikincisi ise değişim-değerini yaratır ve sadece ikincisi niceliksel olarak karşılaştırılabilir özellikte idi, (Vasıflı ve vasıfsız emek, bileşik ve basit emek arasındaki farklılık bu özelliği kanıtlar).
Buna göre değişim-değerinin özü soyut emektir, ve değişim-değerinin büyuklüğü de, bu değerde maddeleşmiş soyut emek zamanının ölçüsüdür. Değişim-değerinin biçimini ele alacak olursak:
(1) x kadar a malı = y kadar b malı, veya : x kadar a malı, y kadar b malı eder. Bir metaın değerinin, diğer bir metaın kullanım-değeri ile ifade edilmesi, o metaın nispi değerini meydana getirir. İki metaın eşdeğerli oluşlarının ifadesi nispi değerin basit biçimidir. Yukarıdaki denklemde y kadar b metaı eşdeğer görevini görür. Bu eşdeğer görevini gören metada, x kadar metaı, doğal biçimine tezat teşkil edecek şekilde, değer biçimini kazanır; bu sırada y kadar b metaı ise, doğal biçiminde bile, doğrudan doğruya değiştirilebilirlik özelliğini kazanmış olur. Değişim-değeri, belirli tarihi ilişkiler sonucu kullanım-değerinin zorla yerini alır. Bu bakımdan metaın değişim-değeri, kendi kullanım-değerinde ifadesini bulamaz, ancak bir başka metaın kullanım-değeri ile ifade edilebilir. Ancak iki somut emek ürününün ilişkilerini ifade eden bir denklemde, bu ürünlerin her ikisinin de içerdekileri somut emek özelliği, soyut insan emeği şeklinde ortaya çıkar, yani, bir meta ile kendisinin içerdiği somut emek arasında doğrudan doğruya bir ilişki kurulamaz, bu şekilde bir ilişki ancak söz konusu meta ile başka cinsten olan metaların içerdikleri somut emek arasında kurulabilir.
x kadar a metaı = y kadar b metaı denklemi, zorunlu olarak x kadar a metaının, aynı şekilde, başka metalar cinsinden de ifade edilebileceğini ima eder; şöyle ki:
(2) x kadar a metaı = y kadar b metaı = z kadar c metaı = v kadar d metaı = ü kadar e metaı =vb., vb. Bu, değerin genişletilmiş nispi şeklidir. Burada x kadar a metaı artık tek bir metaın eşdeğeri olarak değil, fakat, içerdikleri emeğin özel biçimleri olan bütün metaların belirli miktarları cinsinden ifade edilmektedir. Fakat bu durum basit bir ters yönde değiştirme işlemi sonunda :
(3) Nispi değerin birincisinin zıttı olan ikinci biçimine yol açar:
y kadar .. b metaı = x kadar a metaı
v kadar c metaı = x kadar a metaı
u kadar d metaı = x kadar a metaı
t kadar e metaı = x kadar a metaı vb., vb.
Burada metalara değerin genel nispi biçiımi verilmiştir; ki bu durumda bütün metalar kullanım değerlerinden soyutlanmışlar ve soyut emeğin somutlaştırılması şeklinde x kadar a metaına eşit olarak gösterilmişlerdir; burada x kadar a metaı bütün diğer metaların genel biçimi onların evrensel eşdeğeridir; x kadar a metaının içinde maddeleşmiş olan emek, kendi içinde soyut emeğin, ve genel olarak da emeğin gerçekleştirilmesini temsil etmektedir. Gelgelelim, buna göre :
(4) Birbirinin eşdeğeri olan metalardan her biri evrensel eşdeğer olma rolünü yüklenebilir, fakat belirli bir anda, bunlardan sadece biri, bu işi yapabilir, çünkü eğer bütün metalar evrensel eşdeğer olacak olsalar, her biri sıra ile diğerlerini bu rolün dışına itecektir. 3 No.lu biçim, nesnel olarak x kadar a metaı tarafından değil, fakat diğer metalar tarafından elde edilmiştir. Bu bakımdan, belirli bir metaın bu rolü üstlerrmesi gerekmektedir, ve ancak bu şekilde, bir meta tam anlamı ile meta olma niteliğine kavuşabilir. İşte, sahip olduğu doğal biçim ile, diğer bütün metaların genel eşdeğer biçiminin belirlendiği bu özel meta, paradır.
Kapitalist üretim biçiminin diğer bütün kategorilerinde de olduğu gibi, metaın mahiyetinden doğan bir sorun, onun kişiler arasındaki ilişkileri maddi ilişkilere indirgemesidir. Ayrı ayrı üreticilerin emekleri, genel insan emeği olarak birbirleri ile ancak onların ürünlerinin arasında meta ilişkilerinin kurulması sayesinde, ilişkili hale gelebilir. Bu husus, nesnelerin aracılıği olmaksızın sağlanamaz. Böylece, kişiler arasındaki ilişkiler, nesneler arasındaki ilişkiler görünümünü kazanır.
Meta üretiminin hakim olduğu bir toplum için, Hristiyanlık, özellikle Protestanlık, en uygun düşen dindir.
METALARIN DEGİŞİM SÜRECi
Bir metaın meta olduğu, değişim sırasında ortaya çıkar. Farklı iki metaın sahipleri ellerinde bulundurdukları metaları kendi iradeleri ile değiştirmek ve böylece birbirlerini özel mal sahibi olarak tanımak istiyor olmalıdırlar. Bir mukavele şeklini alan bu hukuki ilişki, sadece, kendisinde ekonomik ilişkinin yansıdığı bir irade ilişkisidir. Bu hukuk veya irade ilişkisinin muhtevasını belirleyen, bizzat ekonomik ilişkinin kendisidir. (S. 45 [84.])
Meta, sahibinden başka kimseler için kullanım-değerine sahiptir. Kendi sahibi için, doğrudan doğruya bir kullanım-değerine sahip değildir. Aksi takdirde, sahibi metaı pazara çıkarmazdı. Diğer taraftan, her meta sahibi değişim sonunda ihtiyaç duyduğu özel kullanım-değerlerini elde etmek ister. Bu açıdan bakıldığında, değişim onun için sırf bireysel bir süreçtir. Ayrıca, meta sahibi malını, malı bir diğer metaın sahibinin kullanım-değeri taşısın ya da taşımasın, değer olarak, yani kendisinin istediği aynı değerdeki bir diğer meta ya çevirerek, gerçekleştirmek ister. Bu açıdan bakıldığında ise, değişim onun için genel olarak toplumsal bir süreçtir. Fakat, bir ve aynı süreç aynı zamanda bütün meta sahipleri için hem bireysel, hem de genel olarak toplumsal özellikte olamaz. Her meta sahibi, kendi metaını bütün diğer· metaların genel eşdeğeri, ve her yabancı metaı da kendi metaının özel eşdeğeri olarak görür. Bütün meta sahipleri bu şekilde düşündükleri için, hiç bir meta genel eşdeğer değildir ve bunun için de metalar, kendilerini bir diğeriyle değer olarak eşitleyen ve değer büyüklüğü olarak karşılaştıran genel bir nispi değer şekline sahip değildirler. Bundan dolayıdır ki, metalar birbirlerinin karşısına, genellikle meta olarak değil, fakat ancak ürün ya da kullanım değeri olarak çıkmışlardır. (S. 47 [86].)
Metalar birbirlerinin karşısına ancak değer olarak, ve bu yüzden genel eşdeğer olan bir diğer meta ile karşılaştırma sonunda, meta olarak çıkabilirler. Fakat ancak toplumsal eylem belirli bir metaı genel eşdeğer, yani para haline getirebilir.
Metaın kendi içinde saklı bulunan ve rnetaın, kullanım-değeri ile değişim-değerinin doğrudan doğruya birliği, faydalı özel emeğin ürünü... ve soyut insan emeğinin doğrudan doğruya toplumsal olarak maddeleşmesi şeklindeki niteliklerinden doğan çelişki metaın meta ve para olarak ikili farklılaşmasına kadar devam eder. _(S. 48 [87].)
Diğer bütün metalar paranın sadece özel eşdeğerleri oldukları ve para da onların genel eşdeğeri olduğu için, para ile aralarında kurulan ilişkide, bunlar özel metalar, para ise genel meta olarak yer alır. (S. 51 [89].) Değişim sürecinin paraya dönüştürdügü metaya kazandırdığı şey, o metaın değeri değil, fakat spesifik değer şeklidir. Fetişizm (nesnelerde doğaüstü bir güç olduğu şeklindeki inanç) olgusu ortaya çıkar: Bir meta, ancak diğer metalar kendi değerlerini onun ile ifade ettikleri için para haline gelmeyip, tersine, sanki o para olduğu için, metalar değerlerini onunla ifade ediyorlarmış gibi görünür.
PARA VEYA META DOLAŞIMI
A. Değerin Ölçüsü
(Basit olsun diye, eser boyunca altın, para mal olarak kabul edilmektedir.)
Para, değer ölçüsü olarak metalardaki değer özünün, yani işzamanının görünüm şeklidir. Metaların değerinin x kadar a metaı = y kadar para meta şeklinde basit ve nispi olarak ifade edilmesi, onların para şekli, ya da fiyatıdır. (S. 55 [95].)
Bir metaın fiyatı, onun para şekli, sırf düşüncede veya tasavvurda varolan bir para olarak ifade edilmiştir; bu bakımdan para, ancak fikir itibariyle değerlerin ölçüsüdür. (S. 57 [95].)
Metaların değerleri fiyat olarak ifade edildikten sonra, değer ölçülerini daha da geliştirmek ve böylece bir fiyat standardı elde etmek; yani sabit bir altın miktarı ile farklı büyüklükteki altın miktarlarının ölçülmesi, teknik bakımdan zorunlu olur. Bu durum, bizzat kendisinin altının değerine bağlı olduğu değerlerin ölçülmesinde ortaya çıkan durumdan oldukça farklıdır, altın standardının değerindeki düşme ya da yükselme ile onun ağırlığı değişmeyeceği için, bunun küçük parçalarının da ağırlığı değişmez, böylece altının değerinin değişmesi, onun sabit bir fiyat ölçüsü olarak daima aynı işi görmesini engellemez. (S. 59 [97-98].)
Fiyatlar altının belirli miktarları ile ifade edildikten sonra, para, hesap parası olarak hizmet eder.
Eğer fiyat, bir metaın değer büyüklüğünün sembolü olarak, o metaın para ile değişim oranını temsil ediyorsa, bundan, bunun tersinin de geçerli olması gerektiği, yani onun para ile değişim oranını temsil eden miktarın, zorunlu olarak her zaman metaın gerçek değer büyüklüğünü de temsil etmesi gerektiği sonucu çıkmaz. Şartların bir metaın, gerçek değerinin üstünde ya da altında satılmasına izin verdiğini veya zorladığını varsayarsak, bu satış fiyatları onun değerine tekabül etmezler, fakat yine de bu metaın fiyatıdırlar, çünkü (1) onun değer-şekli, yani para, ve (2) onun para ile değişim oranının temsilcisidirler.
Fiyatla değer büyüklüğü arasındaki nicel uygunsuzluk ihtimali, demek ki, fiyat şeklinin bizzat kendisinde mevcuttur. Bu, bu şeklin bir kusuru değildir; tersine, onu, kuralın kendisini ancak kuralsızlığın gözü kapalı işleyen ortalama kanunu olarak duyurabildiği bir üretim biçimi için en uygun bir şekil haline getirir. Bununla beraber, fiyat şekli, sadece değer büyüklüğü ile fiyat, yani değer büyüklüğü ile bunun para olarak ifadesi arasındaki nicel uyuşmazlık ihtimali ile bağdaşmakla kalmaz, aynı zamanda, nitel bir çelişkiyi de gizleyebilir; öyle ki, para, metaların değer şeklinden başka bir şey olmadığı halde, fiyat, değeri hiç ifade etmeyebilir... Vicdan, şeref, vb. gibi kendiliklerinden var olmayan şeyler, sahipleri tarafından para karşılığı elden çıkarılabilecekleri ve böylece bir fiyatları olacağı için, mal şeklini alabilirler. (S. 61 [102].)
Değerlerin para ile ölçülmesi, fiyat-şekli, farklılaşmanın, ideal fiyatlar ise gerçek fiyatların, ve bundan dolayı da, dolaşımın gerekliliğine delalet eder.
B. Dolaşım Ortami
a. Metaların başkaIaşımı
Dolaşımın basit şekli: M-P-M. Maddi muhtevası =M-M dir. Değişim-değerinden, kullanım-değeri karşılığında vazgeçilmiştir.
a - Birinci safha : M-P =·iki kişinin gerekli olduğu satış işlemi. Bu safhada yanılma olması, yani, metaın değerinin altında, hatta, eğer metaın toplumsal değeri değişir ise, üretim maliyetinin bile altında satılması mümkündür. «İş-bölümü emeğin ürününü metaya dönüştürür, ve böylelikle onun giderek paraya dönüşmesini de zorunlu kılar.» Aynı zamanda, işbölümü bu değiştirme işlemine oldukça arızi bir karakter kazandırır. (S. 67 [108].) Fakat, olgu en saf biçimi ile ele alındığında, M-P işlemi, para sahibinin (eğer bizzat altın üreticisi değilse) parasını daha önce başka metalar ile değişim sonunda elde ettiğini varsayar. Bu bakımdan bu işlem alıcının açısından ters yönde sadece bir P-M işlemi olmakla kalmayıp, fakat onun da daha önceden bir satış yapmış olduğunu varsayar, vb., bu duruma göre, sonsuz sayıda satın alma ve satma işlemi birbirinin peşisıra cereyan eder.
b-İkinci safhada, yani P-M de de, aynı durum meydana gelir. Bu durumda da, satın alma işlemi, diğer taraf açısından bir satma işlemidir.
c- Sürecin bütünü, bu yüzden bir satın alma ve satma işlemlerinin birbirini kovaladığı metaların dolaşım çevrimidir. Bu, ürünlerin doğrudan doğruya değişiminden oldukça farklı bir olgudur; ilk önce, bu durumda ürünlerin dolaysız değişiminin bireysel ve yerel sınırları parçalanmış, ve insan emeğinin sürekli olarak değiştirilmesi mümkün hale gelmiş olur. Diğer tarafta, burada sürecin bütünü kendiliğinden gelişen ve sürece katılanların iradelerinden bağımsız olan toplumsal ilişkilere dayanmaktadır. (S. 72 [112].) Basit değişim, her iki tarafın da kullanılmayan-değer ile kullanım-değerini değiştirmesi ile ayırt edilir. Dolaşım: ise süresiz olarak devam eder.
Her satış bir alış ve her alış bir satıştır, diye, mal dolaşımı, satışla alış arasında zorunlu bir dengeyi gerektirir şeklindeki doğmadan, -ki bu her satıcının alıcısını piyasaya kendisinin getirdiği anlamına gelmektedir- daha saçma bir şey olamaz. (1) Satış ve alış, iki karşıt uçta yer alan kişiler, yani mal sahibi ile para sahibi arasındaki değişim ilişkisi olarak, özdeş bir iştir. Diğer taraftan, bir ve aynı kişinin işlemleri olarak, biri diğerine tam karşıt iki edim meydana getirirler. Bundan dolayı, satış ve alışın özdeşliği, dolaşım sırasında meta sahibi tarafından satılamadığı sürece, metaın faydasız olduğunu, ve aynı şekilde, böyle bir durumun meydana gelebileceğini anlatır. (2) Kısmi bir süreç olarak, M-P, benzer şekilde, bağımsız bir süreçtir ve parayı bu sürecin sonunda elde eden kimsenin bu parayı yeniden metaya dönüştüreceği zamanı istediği gibi seçebileceğini ima eder. Parayı elde eden kimse bekleyebilir de. Bağımsız ve birbirine karşıt olan M-P ve P-M süreçlerinin bir iç birlik, bir bütünlük meydana getirmesi, bu iç bütünlüğün dış çelişkiler içinde hareket etmesi de demektir. Ve iki safha arasındaki zaman süresi çok uzayacak ve birbirlerinden belirli bir sınırı aşacak şekilde bağımsızlaşacak olurlarsa, bunlar arasınka iç bağlantı, kendisini zorla, bir bunalım yaratarak, ortaya koyar.
b. Paranın Devri
Para, metaları dolaşıma sokan ve dolaşımdan çıkartan araçtır: Kendisi ise sürekli olarak dolaşımın içinde kalır. Bu bakımdan, para dolaşımının aslında meta dolaşımının sadece bir ifadesi olmasına rağmen, metaların dolaşımı para dolaşımının bir sonucuymuş gibi görünür. Para daima dolaşım ortamında kaldığından, ortaya şu sorun çıkar: Dolaşımda ne kadar para bulunmaktadır?
Dolaşımdaki para miktarı metaların fiyatlarının toplamı (para-değerinin sabit kaldığını varsayarak), ve bu sonuncu da dolaşımdaki metaların miktarı tarafından belirlenir. Metaların bu miktarının belli olduğunu varsayarsak, dolaşımdaki para miktarı meta fiyatlarındaki dalgalanmalara bağlı olarak dalgalanır. Bu durumda, tek ve aynı para, belirli bir zaman süresinde bir dizi işleme peşisıra aracılık ettiğinden:
Meta fiyatlarının toplamı/Paranın ortalama devir hızı = Dolaşım aracı olarak görev yapan para miktan (S 80 120)
Buna göre, eğer söz konusu olan doyma noktasına erişmiş bir dolaşım ise, kağıt para altın paranın yerini alabilir. Paranın devri, sadece meta dolaşımı sürecini yansıttığı için, paranın devrinin hızı, metalann geçirdikleri biçim değişikliklerinin hızını, durgunluğunu, satış ve alış işlemlerinin arasındaki ilişkiyi, toplumsal hareketliliği yansıtır. Bu durgunluğun kaynağı, tabii ki, sadece olgunun kendisini teşhir eder, dolaşımın bizzat kendisinden anlaşılamaz. Sorunu kabaca ele alanlar, bunu dolaşım aracının yetersiz miktarda oluşu ile izah ederler. (S. 81 [121].)
Buna göre : (1) Metaların fiyatları sabit kalırsa, dolaşımdaki para miktarı, dolaşımdaki metaların arttığında ya da para dolaşımının temposu yavaşladığında yükselir ve bu durumların aksi meydana geldiğinde de düşer.
(2) Metaların fiyatlarındaki genel bir yükselme sırasında, eğer metaların miktarı aynı oranda azalıyor, ya da dolaşım hızı aynı oranda artıyor ise, bu durumda dolaşımdaki para miktarı sabit kalır.
(3) Meta fiyatlarındaki genel bir düşüş söz konusu olursa, (2) no.lu durumun tersi meydana gelir.
Genel olarak, bunalımların bir sonucu olarak hatırı sayılır değişmelere maruz kalan oldukça sabit bir ortalama para miktarı vardır.
c. Sikke, Değer Sembolü
Standart fiyat ölçüsünün tespit edilmesi gibi sikke basımı da devlete ait bir iştir. Dünya piyasasında, altın ve gümüşün sikke olarak giydikleri farklı üniformalar çıkarılıp atılır, böylece sikke altın ile külçe altın ancak şekilce birbirinden farklı olurlar. Dolaşım sırasında sikkeler aşınırlar, dolaşım aracı olan altın, standart fiyat ölçüsü olan altından farklı hale gelir. Sikke, resmi muhtevasının giderek bir sembolü haline gelir.
Sikkenin gerçek muhtevasını görünüşteki muhtevasından ayıran ve farklılaştıran şey bizzat paranın devri ise, bu, burada metal paranın sikke fonksiyonunda yerini başka maddeden yapılan işaret ya da sembollere bırakması ihtimalinin saklı olması demektir. Bu bakımdan: (1) Gümüş ve bakırın, gerçek altın paranın yerini tamamen almaları kanun tarafından dolaşımdaki miktarları sınırlanarak engellenir ve bu madenlerden yapılmış paralar altının yerine, dolaşımın, ve dolayısıyle aşınmanın en fazla olduğu alanlara sürülürler. Bunların metal muhtevaları tamamen keyfi bir şekilde kanun tarafından belirlenir ve böylece sikke olarak gördükleri iş, kendi değerlerinden bağımsızlaşır. Bunun için, dolaşımda hemen hiç bir değere sahip olmayan sikkelerin kullanılması artık mümkün hale gelmiştir: (2) Kağıt para, yani devletin çıkardığı, kanuni dolaşım gücüne sahip kağıt para da, altın paranın yerine sikke görevini görebilir. (Kredi parası şimdilik burada ele alınmayacak.) Kağıt para, altın paranın yerine dalaşımda bilfiil yer aldığı sürece, para dolaşımının kanunlarına tabidir. Sadece, kağıt paranın altının dolaşımdaki yerini almasının oranı özel bir kanuna tabi olabilir. Bu kanun da; çıkarılacak kağıt paranın, kendisi altının yerini almamış olsaydı, fiilen dolaşımda bulunması gerekli olacak olan altının miktarıyla sınırlı olmasıdır. Gerçi; dolaşım alanının emebileceği altın miktarı belli bir ortalama düzeyin altında ve üstünde devamlı dalgalanır. Bununla beraber, belli bir ülkede dolaşımdaki aracın kitlesi hiç bir zaman yaşanılmış tecrübelere göre, belirlenen belli bir minimumun altına düşmez. İşte bu minimum miktarın yerine kağıt semboller çıkartılabilir. Eğer kağıt para, bu minumum miktardan daha fazla miktarda çıkartılırsa, dolaşım alanının emebileceği miktar minimum değerine düşer düşmez, kağıt paranın bir kısmı lüzumsuz ve itibarsız hale gelir. Bu durumda meta evreninde toplam kağıt para miktarı, hala bu evrenin kendine özgü kanunları tarafından saptanmış olan altın miktarını temsil etmeye devam eder. Bu bakımdan, toplam kağıt para miktarı dolaşımın emebileceği altın miktarınn iki mislini temsil ediyorsa, dolaşınıdaki kağıt paraların değerleri nominal değerlerinin yarısına düşmüş olur. Bu durum, tıpkı, sanki altının fiyatlarının ölçüsü olarak görev görürken, değerinin değiştirilmesine benzer. (S. 89 [128].)
C. Para
a. Servet biriktirme
Mal dolaşımının daha ilk gelişimi ile birlikte, birinci başkalaşımın ürününü, yani parayı sıkı sıkıya elde tutma tutkusu gelişir. Bu şekil değişmesi, maddi değişmenin sırf aracısı olmaktan çıkıp, kendi başına bir amaç ve hedef haline gelir. Böylece, para, servet halinde taşlaşır, iddihar edilir, ve mal satıcısı servet biriktiricisi haline gelir. (S. 91 [130].)
Bu biçim, yani servet biriktirme, meta dolaşımın ilk dönemlerinde, örneğin Asya' da, hakim durumdaydı. Meta üretiminin daha gelişmiş olduğu durumlarda her mal üreticisi «temel şey»den ('nexus rerum'dan), «toplum teminatı»ndan emin olmak zorundadır. Böylece heryerde servet birikmeye başlar. Meta dolaşımının gelişmesi paranın, zenginliğin bu her an kullanıma hazır mutlak olarak toplumsal şeklinin, kudreti de artar. (S. 92 [131].) Servet biriktirme tutkusu tabiatı itibarı ile sınırsızdır. Nitelik yönünden, para sınır taşımaz yani her mala doğrudan doğruya çevrilebilir bir şey olduğu için, maddi zenginliğin genel temsilcisidir. Fakat nicelik yönünden, aynı zamanda fiilen var olan her para toplamı sınırlıdır ve dolayısıyle de göreceği iş, sınırlanmış satın alma aracıdır. Paranın nicel sınırlılığı ile nitel sınırsızlığı arasındaki bu çelişki, servet biriktiricisinin durup dinlenmeden
Sisyphus'umsu bir biriktirme çabası göstermesi için bir dürtü olur.
Ayrıca, altın ve gümüşün ziynet, kaplama vb. eşyası olarak kullanılması hem bu metaller için yeni bir pazar hem de zor durumlarda başvurulacak olan bir para kaynağı yaratır.
Biriktirilmiş servetler aynı zamanda, dolaşımdaki para miktarının emilme derecesinin değişmesine bağlı olarak dolaşımdan para çekme ya da dolaşıma para sokma kanalları olarak da iş görürler. (P. 95 [134].)
() Eski Yunan mitolojisinde, tanrılara karşı geldiği için ebediyete kadar çok ağır bir cezayı çekmeye (her seferinde yeniden tepeden aşağı yuvarlanan bir kayayı durup dinlenmeden dağın tepesine çıkarmak şeklindeki cezayı) mahkum edilen kişi. -ç.
b. Ödeme Aracı
Meta dolaşımı geliştikçe, metaın elden çıkarılması ile fiyatının gerçekleşmesini zaman bakımından birbirinden ayıran şartlar da gelişti. Değişik metaların üretilmesi, değişik zaman sürelerini gerektirir; metalar farklı mevsimlerde üretilirler; bunlardan bazılarının uzak pazarlara yollanmaları gerekir, vb. Bu nedenle, bir meta sahibi, bir başka meta sahibi daha alıcı olarak ortaya çıkmadan, satıcı olarak boy gösterebilir. Pratikte ödeme koşulları şu şekli alır: Satıcı alacaklı, alıcı borçlu, para ise ödeme aracı halini alır. Böylece alacaklı ile borçlu arasındaki ilişki giderek çok daha uzlaşmaz bir nitelik kazanır. (Bu olgu meta dolaşımından bağımsız olarak da, örneğin ilk ve orta çağlarda olduğu gibi, kendini gösterebilir.) (S. 97 [135].)
Bu ilişkide, para: (1) satılan malın fiyatının saptanmasında değer ölçüsü; (2) ideal satın alma aracı görevini yerine getirir. Servet birikimi sırasında, para dolaşımdan çekiliyordu; burada ise, para, bir ödeme aracı olarak dolaşıma, fakat ancak metaın dolaşım sürecinin dışına çıkmasından sonra, katılır. Borçlanmış alıcı, borcunu ödeyebilmek için malını paraya çevirir; aksi takdirde malları haciz yoluyla satılır. Böylece, şimdi malın değeri şekli, yani para; bizzat dolaşım sürecinin şartlarından doğan toplumsal bir zorunlulukla, satışın başlı başına bir amacı ve hedefi haline gelmiş olur. (S. 97-98 [136].)
Satışların eş zamanlı ve yanyana oluşları, ödeme araçlarında tasarruf sağlayıcı bir imkan yaratır. Ödemelerin bir ve aynı yerde toplanması ile birlikte, bunların kendi aralarında dengeleşmelerini ve takas edilmelerini sağlayacak kurarn ve yöntemlerle kendiliklerinden meydana gelir ve gelişirler. Ortaçağlar Lyon'undaki borç aktarmaları buna örnektir. (S. 98 [137].)
Ödemeler bir diğeri ile takas edildiği sürece, para yalnız düşüncede var olan hesap parası ya da değer ölçüsü olarak iş görür. Gerçek ödemeler yapılması gerektiği süre, dolaşım aracı olarak yani sırf geçici ve maddi değişmeye aracılık eden bir şekil olarak değil, fakat toplumsal emeğin kişilik kazanmış maddesi, değişim-değerinin bağımsızlaşmış varlığı, mutlak ve evrensel meta olarak ortaya çıkar. Bu çelişki en açık ve parlak, para bunalımı diye isimlendirilen, üretim ve sürüm bunalımları sırasında ortaya çikar. Böyle bir bunalım, ancak, kesiksiz ödemeler zincirinin ve bunların bir diğeri ile takasını sağlayan suni bir sistemin tam gelişmiş olduğu yerlerde kendini gösterir. Bu mekanizrnada meydana gelen, nereden geldikleri önemli olmayan, genel bozukluklar sonucu, para birdenbire ve doğrudan doğruya kendisinin sırf düşüncede var olan hesap parası şeklinde çıkar, katı paraya çevrilir; maddi mallar artık onun yerine geçemezler. (S. 99 [138] )
Satılmış mallar için çıkarılan borç belgeleri, alacak taleplerinin devredilmesi için tekrar dolaşırlarken, paranın ödeme araçlığı fonksiyonundan doğrudan doğruya kredi parası doğar. Kredi sisteminin gelişmesi ölçüsünde, paranın ödeme araçlığı fonksiyonu da gelişir. Para bu nitelik ve özelliği ile büyük ticaret işlemleri alanında göründüğü, kendine özgü, varlık biçimlerine girer; bu sırada, altın ve gümüş sikkeler başlıca işe yaradıkları yer olarak perakende ticaret alanına sürülürler. (S 101 [139-40].)
Meta üretiminde belirli bir yüksekliğe ve genişliğe varıldığında paranın ödeme araçlığı görevi meta dolaşımı alanının ötesine geçer; bütün mukavelelerde konu olan evrensel mal haline gelir. Rantlar, vergiler vb. ayni ödeme olmaktan çıkarlar, para ile yapılan ödemeler haline gelirler. Aynı vergilerin para ile ödenen vergilere çevrildiği XIV. Louis dönemindeki Fransa ile, toprak rantının başlıca devlet geliri olduğu ve bunun ayni olarak ödendiği Asya ülkelerini, Osmanlı imparatorluğunu ve Japonya'yı karşılaştırın. (S: 102 [140-41].)
Paranın ödeme aracı olarak gelişimi borçlanılmış miktarların ödenme tarihi için para biriktirilmesini zorunlu kılar. Kendi başına ve farklı bir zenginleşme biçimi olarak servet biriktirme yani iddihar, burjuva toplumunun gelişmesiyle birlikte ortadan kaybolurken, aynı gelişme sırasında iddihar, ödeme aracı ihtiyat fonları şeklinde olmak üzere zıt yönde bir artış gösterir. (S. 103 [142].)
c. Dünya Parası
Para, ulusal dolaşım alanının dışına çıktığı zaman, orada bürünmüş bulunduğu sikke, kağıt para ve değer sembolü gibi mahalli şekillerden sıyrılır ve değerli metallerin orijinal şekilleri olan külçe şekline döner. Para, doğal şekli soyut insan emeğinin doğrudan doğruya toplumsal cisimleniş şekli olan bir mal olarak en tam anlamında ancak dünya piyasasında görünür ve iş görür. Gerçek varoluş biçimi zihnimizdeki kavramına burada iyice uyar. (S. 103-104 [142]; ayrıntılar, s. [105-145].)
PARANIN SERMAYEYE DÖNÜŞÜMÜ
SERMAYENİN GENEL FORMÜLÜ
Meta dolaşımı, sermayenin çıkış noktasıdır. Bu bakımdan, meta üretimi, meta dolaşımı ve bunun gelişmiş biçimi, yani ticaret, sermayenin içinde doğduğu tarihi şartları meydana getirirler. Dünya ticareti ve dünya piyasası, 16. yüzyılda sermayenin modern döneminin başlangıcı ve temeli olmuştur. (S. 106 [146].)
Yalnızca meta dolaşımının ortaya çıkardığı ekonomik şekilleri ele alırsak görürüz ki, meta dolaşımının nihai ürünü paradır ve bu da, sermayenin büründüğü ilk şeklidir. Tarihi gelişme içinde, sermayenin değişmez bir şekilde toprak mülkiyetinin karşısına ilk önce, paradan meydana gelme servet, tüccar sermayesi ve tefeci sermayesi olarak yer aldığını, ve hatta bugün bile, yeni sermayenin tümünün, başlangıçta sahneye, belirli bir süreç sonunda sermayeye dönüşecek para olarak çıktığını görürüz.
Para olarak para ile sermaye olarak para birbirlerinden ilk önce farklı dolaşım şekilleriyle ayırdedilirler. Dolaşımın M-P-M şeklinin yanısıra, P-M-P, yani satma için satın alma şekli de görülür. Para, bu çeşit dolaşımı tamamlayan hareketi ile sermayeye dönüşür, gayesi itibarı ile zaten sermayedir.
P-M-P nin sonucu, P-P, paranın para ile dolaylı olarak değiştirilmesidir. Pamuk 100 sterline satın alınıp, 110 sterline satıldığında; son tahlilde 100 sterlin ile 110 sterlin, yani para ile para değiştirilmiş olur.
Eğer bu sürecin sonun da, sürece başlangıçta dahil edilen para miktarı aynen elde edilseydi, yani 100 sterline karşı 100 sterlin alınsa idi, böyle bir işlem anlamsız olurdu. Fakat, tüccar başlangıçta sürece dahil ettiği 100 sterlinine karşı ister 100, ister 110, hatta isterse sadece 50 sterlin elde etsin, parası meta dolaşımına özgü olandan oldukça değişik özel bir harekette bulunmuş olacaktır. Bu hareket ile M-P-M sürecinin biçimlerindeki farklılığın incelenmesinden, iki süreç arasındaki özdeki farklılık da görülecektir.
Sürecin iki safhası ayrı ayrı ele alındığında, M-P-M-nin aynısıdırlar. Fakat süreç bir bütün olarak ele alındığında, iki süreç arasındaki büyük farklılık göze çarpar. M-P-M de para aracı, meta ise başlangıç ve sonuç noktasıdır; bu durumda, yani P-M-P de ise meta aracı, buna karşılık para başlangıç ve sonuç noktasıdır. M-P-M de para kesinlikle harcanmış ve elden çıkmıştır; P-M-P de ise, para, sadece sonradan tekrar elde edilmek üzere, para için harcanır ve elden çıkarılır. Bu durumda para yeniden başlangıç noktasına geri döner. Bu bakımdan, bu noktada para olarak para ile sermaye olarak para arasında aşikar bir farlılık vardır.
M-P-M de para çıkış noktasına ancak sürecin bütününün tekrar-edilmesi, yeni metaların satılması ile geri dönebilir. Bu bakımdan paranın geri dönmesi olgusu sürecin kendisinden bağımsız olarak meydana gelir. Diğer taraftan, P-M-P de ise, sürecin kendisinin yapısı paranın geri dönmesini zorunlu kılar, çünkü eğer bu durum meydana gelmez ise süreç tamamlanmamış olarak kalır. (S. - 110 [149].)
M-P-M nin nihai gayesi kullanım-değeri elde etmektir, P-M-P nin nihai gayesi ise, değişim-değerinin bizzat kendisidir.
M-P-M de, her iki uç aynı ekonomik biçim belirliliğine sahiptir. Her ikisi de, eşit değere sahip olan birer metadır. Fakat aynı zamanda da, bu uçlar niteliksel olarak değişik kullanım-değerleridir, ve sürecin özünde kendilerinde toplumsal emeğin temsil edildiği farklı maddelerin değişimi vardır.
P-M-P dolaşımı ilk bakışta totolojik ve amaçsız gibi görünebilir. 100 sterlini 100 sterlin ile, bir de dolambaçlı yollardan değiştirmek, saçma ve anlamsız gözükür. Bir miktar para diğer bir miktar paradan ancak büyüklüğü ile ayırt edilebilir; buna göre, P-M-P dolaşımı ancak uçların niceliksel bakımdan birbirlerinden farklı olması ile anlam kazanır. Dolaşımdan çekilen para, dolaşıma dahil edilen paradan daha fazladır. 100 sterline satın alınmış bulunan pamuk, diyelim ki, (100+10) sterline satılmıştır: Böylece süreç P-M-P' formülüne uymuş olur. Burada P' = P + ^ P dir. Bu ^ P, yani bu fazla, artı-değerdir. Başlangıçta dolaşıma sokulan değer, dalaşımda sadece olduğu gibi kalmaz, değer-büyüklüğünü değiştirir, kendine bir artı-değer ekler, ve bu hareket parayı sermayeye dönüştürür.
Gerçi, M-P-M sürecinde de, her iki uçtaki metaların nicel olarak farklı değer büyüklüklerinde olmaları mümkündür, ne var ki, bu dolaşım şekil için böylesine bir değer farklılığı tamamen arızi bir şeydir, ve eğer uçtaki metalar eşdeğerli olmaları halinde M-P-M dolaşımı anlamını yitirmez, tam tersine, bu durum sürecin normal gidişinin gerekli bir şartıdır.
M-P-M sürecinin tekrarlanması, dolaşım süreci dışında kalan nihai bir amaç tarafından belirlenir: bu nihai amaç da tüketimdir, yani belirli ihtiyaçların giderilmesidir. Diğer taraftan, P-M-P'deyse, başlangıç ve sonuç paradır ve bu yüzden hareketin bir sonu yoktur. Kuşkusuz, P + ^ niceliksel olarak P den farklıdır; fakat o da ancak sınırlı bir miktar paradır. Para olarak harcanacak olursa sermaye olma niteliğini yitirecektir; eğer dolaşımdan çekilecek olursa, sadece birikmiş bir servet olarak kalacaktır. Bir kere değerin büyümesi amaç olunca, P için olduğu kadar, P + ^ P için de bu ihtiyaç doğacaktır, ve sermayenin hareketi sınır tanımayaçaktır, çünkü hedefe, tıpkı sürecin başında olduğu gibi, sürecin sonunda da erişilmiş değildir. (S. 111-112 [149-151].) Bu sürecin temsilcisi olarak, para sahibi kapitalist haline gelir.
Basit meta dolaşımında yani M-P-M şeklinde metaların değeri, kendi kullanım-değerlerinden bağımsız bir şekil elde ederlerken, burada kendisini birdenbire, meta ve paranın kendileri için: sırf iki şekilden ibaret olduğu kendi kendini oluşturan ve kendi kendine hareket eden bir öz olarak ortaya koyar. Dahası; başlangıçtaki değer olarak kendi kendisinden artı-değer olarak aynlır. Hareket ve oluşum halinde para, ve böylelikle sermaye niteliğini kazarıır. (S. 116 [154].)
P-M-P' şekli, gerçi sadece tüccar sermayesine özgü bir şekil gibi görünür. Fakat sanayi sermayesi de, metaya dönüşen ve metaın satışı sonunda başlangıçtakinden daha büyük bir miktarda paraya yeniden dönüşen bir paradır. Dolaşım alanının dışında kalan ve alış ile satış işlemleri arasında yer alan olaylar, bu olguyu hiç bir şekilde etkilemezler. Son olarak, faiz getiren sermaye söz konusu olduğunda süreç doğrudan doğruya, bir ara safha, olmaksızın, P-P’ şeklinde değerin kendisinden daha büyük bir değer ile değiştirildiği şeklinde bir görünüm kazanır. (S. ll 7 [155].)
SERMAYENİN GENEL FORMÜLÜNDEKİ ÇELİŞKİLER
Paranın sermayeye dönüşmesini sağlayan dolaşım şekli, metaların, paranın ve bizzat dolaşımın kendisinin mahiyeti ile ilgili daha önce sözü edilmiş kanunların tümüyle çelişir. Bu dolaşımı, basit mal dolaşımından ayırdeden biçimsel farklılık, yani satış ve alış işlemlerinin ters yönde olması, sürecin niteliğini tamamen değiştirmesi söz konusu olabilir mi?
Dahası var: süreçlerin ters yönde oluşu, birbirleriyle alış verişte bulunan üç kişiden yalnız biri için söz konusudur. Bir kapitalist olarak A'dan mal alırım ve bunu B'ye satarım; oysa, basit bir mal sahibi olarak B'ye mal satar ve sonra A'dan mal alırım. Alış verişte bulunduğum A ve B için bu fark mevcut değildir. A ve B sadece malların alıcıları ve satıcıları olarak görünürler. Her defasında onların karşısına basit mal sahibi ya da basit para sahibi, yani satıcı ve alıcı olarak çıkan ben olurum. Birinin karşısına sırf parası diğerinin karşısına sırf malı için giderim; yoksa ne birini, ne diğerini, sermaye ya da sermaye sahibi olarak, yahut paradan ya da maldan fazla bir şeyin temsilcisi olarak görmem. Basit meta dolaşımında olduğu şekilde A için süreç satış işlemi ile başlamış, B için alış işlemi ile sona ermiştir.
Dahası var; artı-değer elde etme hakkımı işlemlerin sırasına dayandırmak istersem, bu takdirqe A, B'ye doğrudan doğruya metaını satabilir ve böylece artı-değer elde etme imkanı ortadan kalkmış olur.
A ve B nin, doğrudan doğruya birbirlerinden meta satın aldıklarını varsayalım. Kullanım-değeri söz konusu olduğu sürece, her ikiside alış-verişten kazançlı çıkabilirler; A kendi ürettiği metaını, aynı süre içinde B'nin aynı metaı üretebileceğinden daha fazla üretebilir ve bu durum B'nin ürettiği, meta açısından da geçerli olabilir ki, bu durumda da her iki tarafta alışverişten kazançlı çıkacaklardır. Fakat değişim-değeri söz konusu olduğunda durum başkadır: bu durumda, para, dolaşım aracı olarak işin içine girse dahi, bir şey değişmez, ancak eşit değere sahip metalar birbirleri ile değiştirilelebilirler. (S. 119 [156-58].)
Soyut olarak ele alındığında, bir kullanım-değerinin yerini başka bir kullanım-değerinin aldığını kabul ettiğimize göre, basit meta dolaşımı sırasında, metaın sadece biçimini değiştirmesi söz konusudur. Metaların dolaşımı bunların değerlerinin sırf bir şekil değişikliği geçirmeleri sonucunu doğurduğu sürece, olay saf şekli ile cereyan ettiği takdirde, dolaşım eşdeğer şeylerin değişimi sonucunu da verir. Gerçi, metalar, değerlerinden daha farklı fiyatlarla da satılabilirler, fakat bu, sadece basit meta dolaşımı kanununun ihlali anlamına gelir ve genel kaideyi bozmaz. En saf biçimi ile eşdeğerlerin değiştirilmesi söz konusudur ve bu açıdan basit meta dolaşımı bir değer büyütme, zenginleşme aracı olarak görülmez. (S. 120 [158-59].)
Bu bakımdan, Condillac (s. 121 [159]), ve Newman (s. 122 [160].) gibilerinin artı-değerin kaynağı olarak basit meta dolaşımını gösterme çabaları yanlış bir anlayışın ürünüdür. Fakat bir an için değişimin en saf biçimi ile cereyen etmediğini, ve eşdeğerli olmayan metalaların değiştirildiğini varsayalım. Bütün metalar değerlerinin yüzde 10 üzerinde olan bir fiyat ile satılıyor olsun. Bu durumda hiç bir şey değişmemektedir; herkes satarken kazandığını satın alırken kaybetmektedir. Tıpkı, bütün metaların fiyatları yüzde 10 oranında değişmiş gibidir. Aynı şekilde, alıcılar her şeyi değerlerinin yüzde 10 oranında altındaki fiyatlarla almış olsaydılar, durum yine değişmezdi. (S. 123 [160-61], Torrens.)
Artı-değerin fiyatlardaki bir yükselmeden doğduğunu ileri süren varsayım, satmadan sadece satın alan, üretmeden sadece tüketen, sürekli olarak karşılıksız para elde eden bir sınıfın varolduğunu kabul eder. Bu sınıfa, metaların fiyatlarının üzerinde satılması, ancak, bu sınıfa kaptırılan paranın bir kısmının kazıklamak yoluyla onlardan geri alınması anlamına gelir. (Eski Roma ile Anadolu siteleri arasındaki haraç ve ticaret ilişkileri bu duruma örnek teşkil eder). Fakat, ne olursa olsun, aslında kazıklananlar meta satıcılarıdır, ve onların bu şekilde artı-değer elde etme olanakları yoktur.
Alışverişte ortaya çıkabilecek kazıklama durumunu ele alalım. A, B'ye, ondan satın aldığı 50 sterlin değerindeki buğdayın karşılığında 40 sterlinlik şarap satmış olsun. A, bu alış verişten 10 sterlinlik bir kazanç sağlamıştır. Fakat A ve B, ikisi bir arada 90 sterlinlik bir değere sahiptirler. A, 50 sterlin, B ise 40 sterlin değerinde olan metaya sahiptir; değer el değiştirmiş, fakat yeni bir değer yaratılmamıştır. Bir bütün olarak kapitalist sınıf hiç bir ülkede kendi kendisini kazıklayacak değer yaratmaz. (S. 126 [162-63].)
Bu bakımdan: eğer eşdeğerli metalar birbirleri ile değiştirilirlerse, artı-değer elde edilmiş olmaz; diğer taraftan, eğer eşit değerde olmayan metalar değiştirilirlerse, bu durumda da artı-değer elde edilmiş olmaz, yani basit meta dolaşımı hiç bir şekilde yeni değer üretilmesine yol açmaz.
Sermayenin en eski ve en çok bilinen biçimleri, tüccar sermayesi ile tefeci sermayesi bu nedenle burada konu dışı bırakılmışlardır. Eğer tüccar sermayesinin gelişmesi sırf kazıklama ile izah edilmeyecekse, bu olguyu tanımlayabilmek için bir çok ara etken gerekmektedir ki, şimdilik bunlar ele alınmamışlardır. Aynı durum, faiz getiren sermaye, tefeci sermayesi için daha da geçerlidir. İleride, bu sermaye biçimlerinin her ikisinin de asli değil, türemiş şekiller olarak ortaya çıktığı ve tarihi bakımdan modern sermayeden neden daha önce görüldüğü açığa çıkacaktır.
Demek ki artı-değer dolaşımdan doğamaz. Peki, acaba dolaşım dışında doğması mümkün müdür? Dolaşımın dışında meta sahibi ancak malının üreticisidir, ki bu malın değeri, kendi içinde taşıdığı, belirli bir toplumsal kanuna göre ölçülen ve hesap parası ile, söz gelişi 10 sterlinlik bir fiyat ile ifade edilen, üreticisinin emek miktarına göre belirlenir. Fakat, sözgelişi 10 sterlin değerindeki meta, aynı zamanda 11 sterlin değerine sahip olamaz. Değeri yaratan üreticinin emeğidir, fakat bu değer kendi kendini büyüten bir değer değildir. Varolan değere yeni değer ekleyebilir, fakat bu, ancak metaya daha fazla emek harcayarak mümkün olabilir. Buna göre, meta üreticisi dolaşım alanının dışında, diğer üreticiler ile temasa gelmeksizin, artı-değer üretemez.
Bu açıdan, sermayenin dolaşım alanının içinde doğması, fakat buna rağmen dolaşımın bizzat kendisinden dağmaması gerekir. (S_ 128 [165-66].)
Demek ki, paranın sermayeye dönüşme olgusunun, meta değişimine dair kanunları esas alarak, ki eş-değerli metaların değişimi çıkış noktası olacaktır, açıklanması gerekir. Henüz ancak bir koza içindeki tırtıl halindeki kapitalistin, metaları gerçek değerleri karşılığında satın alması ve satması, fakat buna rağmen sürecin sonunda, sürece kattığından daha büyük bir değeri süreçten çekmesi gerekecektir. Tırtıl almaktan çıkıp kelebek haline gelme olgusu dolaşım alanı içinde cereyan edecek, fakat yine de dolaşımın kendisinden dolayi meydana gelmeyecektir. İşte sorunun çözümünün koşulları bunlardır. Hic Rhodus, hic salta (Halep ordaysa, arşın burda!) (S. 129 [166].)
İŞGÜCÜNÜN SATIN ALINMASI VE SATILMASI
Sermayeye dönüşecek paranın değerindeki değişiklik, paranın bizzat kendisinde cereyan etmez, çünkü satın alma işlemi sırasında, para yalnızca metaın fiyatını gerçekleştirmektedir; diğer taraftan, para olarak kaldığı sürece, değer büyüklüğü değişmez. Satış işlemi sırasında da, sadece fiziki şeklinden çıkarak para biçimini alır. Demek ki, değişikliğin ilk işlem ile yani P-M-P ile satın alınmış bulunan metada olması gerekir. Ne var ki değişiklik metaın değişim-değerinde olamaz; çünkü, eşdeğerli şeyler birbirleriyle değiştirilmiş, metaya değeri
tam olarak ödenmiştir. Değişiklik ancak metaın kullanım-değerinden, yani kullanımından veya tüketiminden doğabilir. Bu maksat için, dolaşım alanında kullanım-değeri değişim-değeri yaratma özel niteliğine sahip bulunan ve dolayısıyle kullanımı veya tüketimi bizzat emeğin maddileşmesi ve bunun sonucu olarak da değer yaratması demek olan bir metaın bulunması gerekir. Böyle bir meta vardır, ve işte bu meta işgücüdür. (S. 130 [167.])
Ancak para sahibinin, işgücünü piyasada meta olarak bulabilmesi için, bizzat kendisine ait olduğu kişi tarafından satılması, yani işgücünün kayıtsız şartsız sahibinin bizzat o kişi olması gerekir. İşgücünü satan ve satın alan kişilerin her ikisi de, hukuki açıdan, mukavele yapan kişiler olarak eşit haklara sahip oldukları için, işgücünün sadece geçici bir süre için satılması icabeder, aksi takdirde yani işgücü sahibi, işgücünü toptan ve süresiz olarak satacak olursa, kendisini satmış, bir meta sahibi olmaktan çıkıp, bizzat kendisi meta haline gelmiş olur. İşgücü sahibi kendisinde kendi işgücünü maddeleştirdiği metaları satacak durumda olmayıp, ancak kendi canlı varlığında mevcut olan işgücünün kendisini meta olarak satmak zorunda olmalıdır (S. 131 [168-69].)
Demek ki, parasının sermayeye dönüşmesi için, para sahibinin meta piyasasında özgür işçi, yani özgür olarak emeğini satabilen bir· kimse ile karşı karşıya gelmesi gerekir, burada özgür sözcüğü iki anlamda kullanılmaktadır: bir kere, bu kimse kendi işgücü üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilmelidir ve diğer taraftan da, satabileceği başka hiç bir metaı bulunmamalı, kendi işgücünü gerçekleştirebilmek için gerekli olan her şeyden yoksun bulunmalıdır. (S. 132 [168]69.)
Para sahibi ile işgücü sahibi arasındaki ilişki, doğal ya da bütün çağlar için geçerli olan toplumsal bir ilişki olmayıp, ekonomik ilişkilerdeki birçok gelişmelerin ve sıçramaların ürünü olan tarihsel bir kategoridir. Daha önce incelemiş bulunduğumuz ekonomik kategoriler de kendi tarihsel dönemlerinin izlerini taşırlar. Bir ürünün meta haline gelebilmesi için, onun derhal tüketilmek üzere üretilmiş olmaması gerekir. Meta üretimi ve dolaşımının, ürün kitlesinin asla meta haline dönüşmediği durumlarda dahi görülebilmesine karşılık, ürün kitlesi meta şeklini ancak belirli bir üretim tarzı, yani kapitalist üretim tarzı içinde alabilir. Aynı şekilde, para, belirli bir meta dolaşımı düzeyine erişmiş bütün dönemlerde varolabilir; sırf eşdeğerden dünya parasına kadar özel para-şekilleri değişik gelişme safhalarını gerektirirler, yine de çok az gelişmiş bir meta dolaşımı dahi, bunların hepsini doğurabilir. Diğer taraftan sermaye ise, ancak yukarıdaki koşulun gerçekleşmesi ile ortaya çıkabilir, ve bu tek tarihsel koşul dünya tarihinde yeni bir dönemi başlatır. (S. 133 [169-70].)
İşgücünün değeri de, diğer herhangi bir meta gibi, bu spesifik nesnenin üretimi ve dolayısıyle yeniden-üretimi için gerekli iş zamanı ile belirlenir. İşgücünün değeri, sahibinin varlığını devam ettirebilmesi, yani normal çalışma kapasitesini sürdürebilmesi için gerekli olan tüketim araçlarının değerine eşittir. Bu değerin miktarı iklime, doğal koşullara, vb., ve aynı zamanda her ülkede tarihi olarak oluşmuş yaşama düzeyine bağlıdır. Bu koşullar değişebilirler fakat her özel ülke ve her özel dönem için veridirler. Dahası, işgücü sahibinin varlığını sürdürmesi için gerekli olan değer miktarı üretim sürecinde onun yerini alacak olan kişilerin, yani çocukları için gerekli olan tüketim araçlarını da içerir. Böylece bu kendine özgü metaın sahiplerinin nesilden nesile kendilerini devam ettirmeleri sağlanmış olur. Bundah başka, vasıflı emek için eğitim masraflrı da işgücünün değerinin belirlenmesinde hesaba katılır. (S. 135 [170-72].)
İşgücünün değerinin en alt sınırı, her gün elde edememesi halinde, işgücü sahibinin kendisini yenileyemeyeceği, biyolojik olarak vazgeçilmesi imkansız olan tüketim araçlarının değeri ile belirlenir. İşgücünün fiyatı bu en alt değere düşerse, değerinin altına düşmüş olur, çünkü işgücü, bu durumda, ancak güdük bir şekilde devam edebilir ve gelişebilir. (S. 136l173].)
İşgücünün kendine özgü mahiyeti, işgücü ancak mukavelenin tamamlanmasından sonra kullanılabilir hale gelebilir, diğer taraftan, kapitalist üretim tarzının hüküm sürdüğü bütün ülkelerde normal ödeme aracının para olması nedeni ile, işgücünün bedelinin ödenmesi ancak onun kullanılmasından sonra olur. Bunun için, her yerde, işçi sermaye sahibine avans vermiş olur. (S. 137, 138 [174].)
İşgücünün kullanılması süreci aynı zamanda meta ve artı-değer üretme sürecidir, ve işgücünün bu kullanılarak tüketilmesi, dolaşım alanının dışında cereyan eder. (S. 140{175-76].)
ÜÇÜNCÜ KISIM
MUTLAK ARTI -DEGERiN ÜRETİMİ
1. İŞ SÜRECİ VE ARTI-DEGER YARATMA SÜRECİ
İşgücünü satın alan onu, satıcısını çalıştırarak tüketir. İşgücü her şeyden önce kullanım-değeri yaratır, ve bu özelliği itibarı ile sermaye sahibi ile işçi arasındaki her türlü özel ilişkiden bağımsızdır ... bunun için, iş sürecinin, ilk önce bu yönü ile, yani her türlü özel ilişkinin dışında ele alınır. (S. 141-149 [177-85].)
Kapitalist üretim tarzına özgü esaslara dayanan iş sürecinin, belirli iki özelliği vardır: 1. İşçi kapitalistin denetimi altında çalışır. 2. Ürün, o ürünü üreten işçinin değil, fakat kapitalistin malıdır, iş-süreci, kapitalistin satın almış olduğu, ona ait mallar olan işgücü ile üretim araçları arasında cereyan eden bir olaydır. (S. 150 [184-85].)
Kapitalisti kullanım-değerinin bizzat kendisi değil, fakat onun bir değişim-değeri kaynağı ve özellikle de artı-değer kaynağı olması vasfı ilgilendirir. Metaın, kullanım-değeri ile değişim-değerinin birliği olduğu şartlar altında, emek, üretim ile artıdeğer yaratma süreçlerini birleştiren bir nesne haline gelir. (S. 151 [186] .)
Bu bakımdan, ürünün içinde maddeleşmiş bulunan emek miktarının incelenmesi gerekir. Örnek olarak pamuk ipliğini alalım. Bu metaı elde etmek için, diyelim ki 10 şilin değerinde 10 libre pamuk·ve eğirme işlemi sırasında kaçınılmaz olarak aşınacak olan iş araçlan gerekli olsun ve iş araçlarının aşınma ve yıpranma payı da -burada kısaca iğ payı olarak gösterilir- 2 şilin olsun. Böylece üründe, 12 şilin değerinde üretim aracı maddeleşmiş olur. Burada, 1) ürünün gerçek bir kullanım-değerine sahip olduğu, 2) üretim araçlarında sadece toplumsal bakımdan gerekli olan iş zamanının temsil edildiği varsayılmaktadır. Bu durumda, metaın değerine işgücünün katkısı ne kadardır?
İş-süreci burada tamamen değişik bir açıdan ele alınmıştır. Ürünün değerinde, pamuk ekicisinin, iğ yapıcısının vb. ve iplikçinin emek miktarları genel insan emeğinin, gerekli değer-üretici emeğin ölçülebilir ve nitelik yönünden aynı şekilde ele alınabilir kısımlarıdır. Bu yüzden birbirlerinden ancak niceliksel olarak ayırdedilebilirler ve işte başlıca bu sebepledir ki, değişik üreticilerin emek miktarları, iş süresi olduğu müddetçe -çünkü bu çeşit bir iş süresi değer yaratma özelliklerine sahiptir- niceliksel olarak birbirleriyle mukayese edilebilirler.
İşgücünün bir günlük değerinin 3 şilin olduğu ve bu değerin 6 saatlik bir iş süresini temsil ettiğini, saatte 1/ libre iplik üretildiğini, buna göre 6 saatte: 10 libre pamuktan. (yukarıda olduğu şekilde) 10 libre iplik üretildiğini varsayarsak; bu durumda, 6 saatte 3 şilinlik bir değer eklenmiş ve böylece ürünün değeri 15 şiline (10+2+3 şiline) ya da ipliğin libresi başına bir buçuk şiline eşit olur.
Fakat bu durumda, artı-değer elde edilmiş olmaz. Böyle bir faaliyetin sermaye sahibine hiç bir faydası yoktur. (Yüzeysel ekonomi hilesi, S. 157 [190].)
İşgücünün bir günlük değerinin 3 şilin olduğunu, bu üç şilinden yarım işgününün, ya da 6 iş saatinin maddeleşmiş bulunduğunu varsaymıştık. Fakat işçinin varlığını sürdürebilmesi için gerekli ihtiyaç maddelerinin karşılığı olarak günde ancak yarım gün çalişmak zorunda bulunması, onun bütün gün çalışmasına hiç bir şekilde engel değildir. İşgücünün kendi değeri ile işgücünün kullanılması sonunda yaratılan değer, birbirinden tamamen farklı iki şeydir. Emeğin fayda özelliği sadece olmazsa olmaz (conditio sine qua non) bir şart idi; fakat esas belirleyici olan, bu malın kullanım-değerinin spesifik bir kullanım-değeri, değer kaynağı olması, kendisinin sahip bulunduğundan daha fazla değerin kaynağı olması idi. (S. 159 [193].)
Böylece, işçi 12 saat çalışarak, 20 şilin değerinde pamuk, 4 şilin değerinde iğ, vb. aşınma masrafını içeren, bunlara ilaveten kendi emeğinin değeri olarak da 3, yani üretim sürecine toplam olarak 27 şilin değerinde meta sokarak 20 librelik iplik üretir. Fakat sürecin sonunda, üründe, pamuk ve iğin karşılığı olarak 4 günluk emek, ve işçinin emeğinin karşılığı olarak da bir günlük emek, yani bir günü 6 şilin değerinde 5 günlük emek, ya da 30 şilinlik bir değer maddeleşmiş olur. Ortada 3 şilinlik bir artı-değer vardır ve para sermayeye dönüşmüştür. (S. 160 [194].) Böylece problemin bütün koşullan yerine getirilmiş olur. (Ayrıntılar için S. 160[194].)
Bir değer yaratma süreci olarak, iş-süreci, işgünü, işgücünün eşdeğeri olan bir değerin üretilmesi için gerekli olan sürenin ötesine uzatılır uzatılmaz, bir artı-değer yaratma sürecine dönüşmektedir.
Değer-yaratma süreci basit iş sürecinden şu bakımdan farklıdır ki, ikincisi niteliksel yönden ele alınırken, birincisi niceliksel olarak, ve toplumsal bakımdan zorunlu iş zamanını içerdiği ölçüde ele alınır. (S. 161 [195], ayrıntılar için S. 162 [196].)
İş-süreci ile değer-yaratma sürecinin birliği olarak, üretim süreci, meta üretimidr; iş-süreci ile artıdeğer yaratma sürecinin birliği olarak ise, üretim süreci, metaların kapitalist üretim sürecidir. (S. 163 [197].)
Bileşik emeğin basit emeğe indirgenmesi. (S. 163-65, [197-98].)
SABİT VE DEĞİŞKEN SERMAYE
İş-süreci sırasında, işçi üzerinde çalıştığı nesneye harcamış olduğu ernek ile yeni değer katar, diğer yandan üretim araçlarının değerleri iş-süreci boyunca üzerinde çalışılan nesneye aktarılarak, bu nesneye yeni değer şeklinde eklenerek muhafaza edilmiş olur. Bu iki yönlü sonuca şu şekilde varılır: Emeğin özel, faydalı bir işi şeklindeki niteliksel özelliği bir kullanım-değerini bir başka kullanım-değerine dönüştürür ve böylece değer muhafaza edilmiş olur; değer yaratıcı, soyut ve genel, niceliksel özelliği ise; metaya yeni değer katar, (S. 166 [199].)
İplikçinin emek üretkenliğinin, herhangi yeni bir buluş sayesinde altı misli arttığını varsayalım. Faydalı (niteliksel) yönü ile, emek aynı süre içinde, eskisinden altı misli daha fazla hammadde ve makinayı muhafaza eder. Fakat ancak eskiden olduğu kadar yeni değer katar, yani ipliğin libresi başına, eskiden katılmış olanın ancak altıda biri kadar yeni değer katılmıştır. Değer-yaratıcı emek olarak, eskiden üretebildiğinden daha fazlasını üretebilmiş değildir. (S. 167 [201].) Bunun tersini düşünürsek, yani iplikçinin üretkenliğini değişmemiş, buna karşılık üretimde kullanılan metaın değeri değişmiş olursa, işçinin bu metadan ürüne aktardığı değer aynı oranda değişirken, iplikçi yine eskiden olduğu kadar bir iş zamanını, ve dolayısıyle aynı değeri ürüne ekiemiş olur.
Ham maddeler ve makinalar ürüne ancak üretim süreci sırasında kaybettikleri kadar bir değeri aktarırlar. {S. 169 [203].) Değişik ölçülerde ortaya çıkan durum budur. Kömür, yağlayıcı maddeler, vb. tamamen kullanılıp tüketilirler, hammaddeler ise yeni bir biçim kazanırlar. iş aletleri, makinalar vb. değerlerini ancak yavaş yavaş ve kısmen aktarırlar, ve bunların yıpranma ve aşınma payları ancak tecrübelere dayanarak hesap edilir. (S. 169-70 [203].) Fakat iş-süreci boyunca, alet sürekli olarak bir bütün halinde, biçimsel olarak değişmeden kalır. Bu açıdan, bir ve aynı üretim aracı iş-sürecine bir bütün olarak, artı-değer yaratma sürecine ise ancak kısmen katılmış olarak kabul edilir; işsüreci ile artı-değer yaratma süreci arasındaki farklılık, burada bunların nesnel unsurlarına yansımış olur. (S. 171 [204].) Diğer yandan, tersine olarak, bir kısmı üretim süreci sırasında ziyan edilen ham-madde, artı-değer yaratma sürecine tamamen katılırken, iş-sürecine ancak kısmen katılmaktadır, çünkü üretim süreci sonunda ziyan edilen kısmı olmaksızın ortaya çıkmaktadır.
Fakat hiç bir durumda, üretim araçları kendi sahip oldukları değişim-değerinden daha büyük bir değeri ürüne aktaramazlar. İş-süreci boyunca, üretim aracı ancak bir kullanım-değeri olarak iş görmektedir ve bu bakımdan, sadece daha önceden sahip bulunduğu değişim-değerini ürüne verebilir. (S. 172 [205-06].)
Bu, değerin muhafaza edilme özelliği, sermaye sahibi açısından çok avantajlı bir durum olmasına karşılık ona hiç bir şeye mal olmaz. (S. 173, 174 [205, 207].)
Yine de, muhafaza edilen değer sadece yeniden ortaya çıkmaktadır, bu değer zaten eskiden beri varolan bir değerdir, ürüne yeni bir değer katan sadece iş-sürecidir. Kapitalist üretim süreci sırasında ziyan edilen hammadde, artı-değer yaratma sürecine tamamen katılırken, iş-sürecine ancak kısmen katılmaktadır, çünkü, üretim süreci sonunda ziyan edilen kısmı olmaksızın ortaya çıkmaktadır.
Fakat hiç bir durumda, üretim araçlan kendi sahip oldukları değişim-değerinden daha büyük bir değeri ürüne aktaramazlar. İş-süreci boyunca, üretim aracı ancak bir kullanım-değeri olarak iş görmektedir ve bu bakımdan, sadece daha önceden sahip bulunduğu değişim-değerini ürüne verebilir. (S. 172[205-06].)
Bu, değerin muhafaza edilme özelliği, sermaye sahibi açısından çok avantajlı bir durum olmasına karşılık ona hiç bir şeye mal olmaz. (S. 173, 174 [205, 207].)
Yine de, muhafaza edilen değer sadece yeniden ortaya çıkmaktadır, bu değer zaten eskiden beri varolan bir değerdir, ürüne yeni bir değer katma sadece iş-sürecidir. Kapitalist üretim tarzında bu yeni değer, ürün değerinin onu elde etmek için tüketilen unsurların (üretim araçları ve işgücü) değerinin üzerinde teşekkül eden kısmı olan artıdeğerdir. (S. 175, 176 [208] .)
Daha sonra, sermayenin para şeklini bırakarak, iş-sürecinin faktörlerine dönüşmesi sırasında; (1) iş araçlarının satın alınması; (2) işgücünün satın alınması sonunda aldığı biçimler tanımlanır.
İş araçlarına yatırılmış bulunan sermayenin değer büyüklüğü üretim süreci sırasında değişmez. Sermayenin bu bölümü, sabit sermaye adını alır.
Sermayenin işgücü satın alınmasına aynlmış olan kısmı üretim süreci sırasında değerini değiştirir; 1) kendi değerini yeniden üretir, 2) artı-değer üretir. Sermayenin bu bölümü ise değişken sermayeyi oluşturur. (S. 176 [209] .)
Sermaye sabit olması, sadece özel olarak söz konusu olan üretim süreci açısındandır; bazen daha fazla sayıda, bazen daha az sayıda iş aracından oluşabilir ve satın alınmış bulunan iş araçlannın değerleri yükselebilir ya da düşebilir, ancak bu durum onların üretim süreci ile olan ilişkilerini etkilemez. (S. 177 [210-11] .) Aynı şekilde, belirli bir sermayenin sabit ve değişken sermaye olarak böIündüğü oran değişebilir, fakat her özel ve belirli durumda, sabit sermaye (c) sabit, değişken sermaye (v) de değişken olarak kalır. (S: ı 78 [211].)
3. ARTI DEĞER ORANI
Toplam sermaye C'nin, üretim araçları için ayrılmış bir miktar para (c), ile işgücü için ayrılmış diğer bir miktar paradan (v) oluşur. Yani .formül halinde C= c+v dir. örneğin, 500 (C) = 410 (c) + 90 (v) olsun. Değişken sermaye (v) 'nin işgücüne dönüştüğü iş-sürecinin sonunda 410 (c) +90 (v) + 90 " (s)=590 sterlin elde ederiz. C'nin 312 değerinde hammadde, 44 değerinde yardımcı madde ve 54 değerinde makinalarin aşınma ve yıpranma payından oluştuğunu varsaya1im. makinaların toplam değeri de 1054'e eşit olsun. Eğer bu miktar üretim sürecine olduğu gibi katılsa idi, denklemimizin her iki tarafında (c) için 1410 değerine sahip olacaktık; artı-değer ise eskisi gibi 90 olarak kalacaktı. (S. 179 [212].)
(c) nin değeri değişmeyip, üründe sadece yeniden ortaya çıktığından, elde ettiğimiz. ürünün değeri, süreç sırasında yaratılan değerden farklıdır; bu açıdan,· bunlardan ikincisi c+v+s olmayıp, sadece v+s dir. Bunun için, artı-değer yaratma süreci açısından c'nin büyüklüğü bir önem taşımaz, yani bu açıdan c = o kabul edilebilir. (S.180 [213].)
Ticaret hesaplarında da durum böyledir. Örneğin, bir ülkenin sanayi dalında elde ettiği kar hesaplanırken, ithal edilmiş bulunan hammaddeler hesaba katılmaz. (S. 181 [215].) Artı-değerin toplam sermayeye oranı için III. Cilt ile karşılaştırın.
Bunun için artı-değer oranı s/v'dir. Yukandaki durumda bu 90/90 = yüzde lOO'e eşittir. İşçinin kendi işgucünün değerini yeniden ürettiği işzaman -kapitalist üretim tarzında ya diğer üretim tarzlarında -gerekli-emek; bunun ötesinde, sermaye, sahibi için artı-değer üreten ise, artı-emektir.. (S. 183, 184 [215, 21 7].) Artı-değer, kristalleşmiş artı-emektir ve çeşitli toplumsal biçimleri birbiriden ' ayırd eden, artı-emeğin zorla gasp edilişinin değişik biçimileridir.
c’yi artı-değer yaratma sürecine dahil etmenin yanlışlığının örneği 185-96 [217 -29] sayfalarda verilir. (Senior.)
Gerekli emek ile artı-emek ikisi bir arada iş-gününü oluştururlar.
İŞGÜNÜ
Gerekli işzamanı belirlidir. Artı- emeğin elde edilebileceği süre ise, belirli sınırlar içinde kalmak şartıyla, değişebilir. Kapitalist üretimin amacı ortadan kalkmış olacağı için, bu süre asla sıfıra indirilemez. Biyolojik nedenler ise, bu sürenin asla 24 saate kadar çıkmasına izin vermez, dahası, üst sınırı aynı şekilde ahlaki esaslar da etkiler. Fakat bu sınırlar oldukça esnektirler. Normal işgünü sürecinin işçinin yıpranmasının telafi edilebileceği bir sürenin ötesine taşmaması gerekir. Ancak normal olan sürenin uzunluğu ne kadardır? Bu sürenin saptanması konusunda, ortaya bir zıtlaşma çıkar ve bu zıtlaşma ancak zora başvurularak çözümlenebilir. Buradan, işçi sınıfı ile sermaye sahipleri sınıfı arasında normal işgünü süresinin saptanması kin verilen mücadele kaynaklanır. (S. 198-202 [231 . -35].)
Daha önceki toplumsal dönemlerde artı-emek; değişim-değeri kullanım değerinden daha fazla önem taşımadığı sürece, artı-emeğe karşı sınırsız bir ihtiyaç doğmuyordu. Eski çağda, ancak dolaysız değişim-değerinin -altın ve gümüşün- üretildiği durumlarda, aşırı-emek korkunç bir hal alıyordu: s. 203 [235].) Ayın şekilde Amerika'nın köleci devletlerinde pamuğun ihracat için büyük miktarlarda üretimine kadar da, artı-emek katanılabilir bir ölçüdeydi. Romanya'da, angarya emeğin de, buna benzer bir gelişme gösterdiği görülüyordu.
Angaryada artı-emek bağımsız, gözle görülür bir şekilde olduğu için, artı-emeğe Tuna prensliklerinde duyulan aşırı açlıkla, kapitalist sömürünün karşılaştırılması özellikle ilginç bir şeydir. (S. 204 -06 [235-36].}
Tuna Prensliklerinin Reglement Organique'i, artı -emeğe duyulan aşırı açlığın, olumlu bir ifadesi idiyse, İngiliz iş kanunları da aynı açlığın olumsuz ifadeleridir.
İş kanunları: 1850 yılının iş kanununa göre (s. 207 239.), günde 10,5 saat ve cumartesileri 7,5 satten, haftada 60 saatlik çalışma sisteminin kabul edilmesi. Demir-çelik fabrikası sahiplerinin kanuna uymayarak sağladıkları kazanç. (S. 208-11 [24043].)
Sınır konmamış ya da ancak daha sonraları sınırlanmış iş-kollarındaki sömürü: kaytan endüstrisi (s. 212 [243]), çömlekçilik (s. 213 [244], kibrit imalatı (s. 214 [246]), duvar-kağıdı imalatı (s. 214-17 [246-48]), fırıncılık (s. 217-22 [248-51]), demiryolları (s. 223 [253]), kadın terzileri (s. 223-25 [254-56]), nalbantlar (s. [226]), vardiyalı olarak gece ve gündüz çalışanlar: (a) metalurji ve maden endüstrisi (s. 227-35 [256-63]).
Bu hususlar sermayenin işçiyi, bütün zamanını işe hasretmesi gereken, potansiyel işgücünden başka bir şey olarak görmediğini, işçinin hayat süresinin uzunluğunun sermaye sahibi açısından bir önemi olmadığını kanıtlar. (s. 236-38 [264-65]), Fakat bu durum da, sermaye sahiplerinin çıkarlarına aykırı değil midir? Büyük bir hızla aşınıp giden işgücünün yeri nasıl doldurulacaktır? Birleşik Devletlerin iç bölgelerindeki örgütlenmiş köle ticareti, tıpkı Avrupa'nın kırsal bölgelerinden işçi ihtiyacının karşılanması gibi, kölelerin hızla yıpranma ve tükenmelerini bir ekonomi kuralı haline getirmişti. (S. 239 [267].) Düşkün evlerinden ucuz işgücü sağlanması. (s. 240 [267],) Sermaye sahibinin gözü ancak artı-nüfus kitlesini görür ve bunu doymak bilmez bir iştah ile kemirip bitirir. İşçi nesli telef olmuş ya da olmamış onun umurunda değildir O, «benden sonra tufan!», der. Sermaye sahibi toplum onu zorlamadığı sürece, işçinin sihhi durumuna ya da hayat süresinin uzunluğuna karşı vurdumduymazdır ... Ve serbest rekabet kapitalist üretim tarzının kendine özgü kanunlarını, hariçten zorlayıcı ve bütün kapitalistlere tek tek boyun eğdiren kanunlar şeklinde ortaya çıkarır. (s. 243 [270].)
Normal bir işgünü süresinin saptanması, ancak işçiler ile sermaye sahipleri arasında yüzyıllarca süren mücadelelerin sonunda mümkün olmuştur.
İlk önceleri kanunlar iş zamanını fazlalaştırmak için hazırlanıyordu; şimdi ise onu azaltmak için hazırlanıyorlar. (s. 244 [271].) İlk İşçi statüsü, (23 Edward III. 1349) vebanın nüfusu kırıp geçirmesi sonunda herkesin daha fazla çalışmasının gerektiği bahanesi ile çıkartılmıştır. Buna göre azami ücretler ve işgününün sınırı kanun tarafından saptanmıştı. 1496 yılında, VII. Henry'nin yönetimi sırasında tarlada çalışanların ve bütün zanaatkarların işgünü süresi sabah saat 5'ten, öğleden sonra saat 7 ila 8'e kadar devam ederdi. Kışın ise, sabalı saat 5’ten, karanlık basana kadar sürerdi. Bu statü asla kesin oIarak zorla kabul ettirilrniş değildi. 18. yüzyılda bütün hafta boyunca çalışmayı sermaye sahibi henüz. sağlıyarnamıştı (tarımda kullanılan emek bu duruma bir istisnadır). O dönernin mücadelelerini inceleyin. (s. 248-51[274-77].) Bu ve daha fazlası, ancak modern büyük endüstri döneminde elde edilebildi: her türlü sınırı ortadan kaldırıp işçileri en utanmazcasına sömürdü. Proletarya, kendisini taparlar taparlamaz bu duruma karşı-koydu. 1802-33 yıllarının beş kanunu, bunların işlerliğini denetleyecek müfettiş olmadığı için, norninaldiler. Ancak 1833 yılının iş kanunu dört tekstil endüstrisinde normal bir iş gününün yerleşmesini sağladı: sabahları saat 5.30'dan öğleden sonra 8.30'a kadar, ki bu süre içinde 13 ila 18 yaşları arasındaki genç insanlar, bir buçuk saatlik ara ile ancak 12 saat çalıştırılabiliyorlardı, 9 ila 13 yaşları arasındaki çocuklar ise ancak 8 saat çalıştırılıyorlardı, çocukların gece çalışmaları ise yasaklanmıştı. (s. 253-55 [278-80].)
«Sahte vardiya sistemi» ve bu sistemin kanundan kaçınmak için kötüye kullanılması (s. 265 [281] son olarak, her yaşta kadinı çocuklar ile aynı statüye dahil eden 1844 yılının İş Kanunu ile çocuklarin çalışması 6,5 saat olarak sınırlanırken, «Sahte vardiya sistemine» de son verildi. Diğer taraftan, çocukların çalışmasına 8 yaşından itibaren izin veriİdi. En sonunda 1847 yılında çocuklar ve kadınlar için on saatlik çalışma sınırı kabul edildi. (s. 259 [283].) Kapitalistlerin buna karşı direnmeleri (s. 260-68 [283-92].) 1847 iş kanunundaki bir boşluk, 1850 yılındaki uzlaştırıcı kanuna yol açtı (269 [292].) ki bu kanuna göre işgünü yeni yetme gençer ve kadınlar için, haftanın 5 günü 10,5 saat, 1 günü 7,5 saat. olmak üzere haftada 60 saat ve sabah 6 ile akşam 6 arasında olarak saptandı. Ahsi takdirde. çocuklar için 1847 yılının kanunu geçerli olacaktı. İpek endüstrisi bu kaidenin dışındaydı. (s. [293]) .) 1853 yılında çocukların da, işzamanı süresi aynı şekilde sabah 6 ile akşam 6 saatlerinin arası olarak sınırlandı.(s. 272 [294]).
yılında Matbaa Kanunu hemen hemen hiç bir sınır getirmiyordu. Çocuklar ve kadınlar 16 saat çalışabilirlerdi!
Boyama ve ağartma işleri kanunu 1860'da, kaytan fabrikaları için 1861'de; çömlekçilik ve diğer birçok işkolu için 1863'de kanunlar çıkarıldı. (Agartma işlerinin açık hayada yapılması ve fırıncılarla ilgili, aynı sene içinde özel kanunlar hazırlandı). (s. 274 [296-97].)
Böylece, işzamanını sınırlama ihtiyacı ilk önce, büyük endüstride ortaya, çıktı, fakat daha sonraları büyük endüstride olduğu kadar endüstrinin diğer bütün dallarında da aynı aşırı çalışmanın tedricen hüküm sürmeye başladığı görüldü. (s. 277 [298].)
Tarih, ayrıca şunu da gösterir ki, tecrit edilmiş özgür işçi, sermaye sahibine karşı savunmasız bir durumdadır ve bu yüzden, özellikle kadınların ve çocukların emeğinin üretime katılmasıyla, yenilir. Böylece, işçilerin toplu olarak, bir sınıf halinde, sermaye sahiplerine karşı mücadelesi gelişir. (s. 278 [299].)
Fransa'da her yaştaki işçiler ve bütün işkolları için on iki saatlik işgünü ancak 1848 yılında yürürlüğe girdi. (çocuk yaştaki Fransız işçileri ile ilgili, 1841 yılında çıkarılmış fakat ancak 1853'de, ve yalnızca Departement du Nord'da uygulanmaya başlanmış ilk kanunu ile karşılaştırın. Ayrıca Belçika'da «emeğin tamamen özgürleşmesi», Amerika'da ise sekiz saatlik işgünü için mücadele hareketleri de dikkat çekicidir. (s. 279 [301].)
Böylece, işçi, üretim süreci. ilerledikçe, başlangıçta bu sürece katıldığı döneme göre oldukça farklı bir görünüm kazanmaktadır. İş mukavelesi özü itibarı ile, kendi iradesiyle, özgürce karar verebilen bir kişinin katıldığı bir işlem değildir; işçinin işgücünü özgürce satabildiği süre, özünde onun işgücünü satmaya mecbur bırakıldığı süredir, ve ancak, işçilerin kitle halinde karşı koymaları, onların hem kendilerinin hem de bütün nesillerinin, sermaye ile yapılmış gönüllü bir mukavele sonunda esarete ve ölüme mahkum edilmesini önleyebilecek bir kanunun yürürlüğe girmesini sağlayabilir. İnsanların el sürülmez haklarına dair tantanalı bildirilerin yerini, işçilerin mütevazi Magna Charta'sı olan İş Kanunu alır. (s: 280, 281 [302].) () Kral John tarafından 1215'te çıkanlan ve halkın bireysel hak ve dokunulmazlıklarını tanıyan siyasal belge.- ç. 120
5.ARTI-DEĞER ORANI VE KİTLESİ
Artı değer oranı, aynı zamanda artı-değerin kitlesini de tayin eder. Eğer işgücünün günlük değeri bir işçi için 3 şilin ise ve artı-değer oranı da yüzde 100 ise, bu durumda artı-değerin bir günlük kitlesi, işçi başına 3 şilin olacaktır.
Sermaye emeği ilk önce verili teknik koşullar altında çalıştırmaya başlar, ve başlangıçta bu koşulları değiştirmeden, olduğu gibi kabullenir. Üretim süreci, sadece bir iş-süreci olarak ele alındığında, işçi ile üretim araçları arasındaki ilişki, işçi ile sermaye arasındaki bir ilişki olarak değil, fakat işçi ile kendi üretken faaliyetinin gerçekleşmesine yarayan araçlar arasındaki bir ilişki gibi görünür. Ama üretim süreci bir artı-değer yaratma süreci olarak ele alındığında durum değişir. Üretim araçları, başkalarının emeklerini emen araçlar haline gelirler. Artık, üretim araçlarını kullanan işçi değil, tersine işçiyi, kullanan üretim araçlarıdır. (s. 289) [310].) İşçi tarafından kullanılarak tüketilmek yerine .. bizzat kendi hayat süreçleri için gerekli olan bir maya olarak, işçiyi kullanarak tüketirler, ve sermayenin hayat süreci sadece, onun değerine değer katan bir değer olarak yaptığı sürekli hareketten oluşur ... Paranın üretim aracına dönüşmesi, üretim araçlarına başkalarının emek ve artı-emekleri üzerinde hak iddia etme ve baskı yapma niteliğini kazandırır.
DÖRDÜNCÜ KISIM
NİSPİ ARTI DEĞERİN ÜRETİMİ