İster çok tanrılı dinler olsun ister tek tanrılı dinler olsun, tüm dinler 'ruh'un maddeden bağımsız varlığından hareket ederler ve ruhun maddeden bağımsız varlığına dayanırlar - bu temel fikir üzerinden şekillenirler.
'İdea', fikir, ruh beyinden, maddeden bağımsız olarak, kendi başına vardır. Ve dahası, maddi olan herşeyi yaratan, var eden de işte tamı tamına o 'idea' o fikir, o ruhtur.
Tabiatın, toplumun ve düşüncenin izahında kullanılan bu yaklaşım çok tanrılı dinler kategorisine girebilir. Başlangıcında çok tanrılı dinler olarak ortaya çıkmıştır. Gelişmesi içinde tek tanrılı dinlere yol açmıştır.
Tek tanrılı dinlerin tümüne birden teizim ( theizm) deniyor. Tek tanrıya inanmak.
Teizm, 'idea', fikir, ruh temelli bir yaklaşımla, ruhun öncelliğini, birinciliğini, herşeyin ondan türediği fikrini temsil ederken, ateizm (atheizm) yine 'idea', fikir, ruh temelli bir yaklaşımla, ruhun öncel olmadığını, birincil olmadığını, herşeyin ondan türemediği fikrini temsil eder. Ateizm teizme karşı oldukça detaylı ve renkli karşı ispatlar üretmiştir, ama bu ispatların tümü de 'karşı fikir' temellidir. Yani ve işin aslında teizm ile ateizm bir ve aynı temellere sahiptirler. Biribirinin zıttıdırlar ama kardeş zıtlar kategorisine girerler.
Teizmin, ve aynı şekilde ateizmin gerçek zıttı materyalizm, daha doğrusu diyalektik materyalizmdir.
Maddenin öncelliğinden, maddenin birincilliğinden ve onun hareketinin diyalektik karekterinden hareket eden, bunu temel alan diyalektik materyalizm için tabiatın, toplumun ve düşüncenin izahı empirik ve teorik bilimlerin geliştirilmesinde, tabiatın, toplumun ve düşüncenin hareket yasalarının bulunup kavranması ve uygulanmasında yatar. Yani, 'idea', fikir, ruh birincil değil, ikincildirler, onlar maddenin, somut olarak da beyin şeklinde örgütlenmiş olan maddenin bir ürünüdürler. İkincildirler, türevdirler.
Bugün teizmin, yani tek tanrı fikrinin yanlışlığını ispatlamak için pek çok fikirler üretiliyor. Pek çok materyalist bilim adamı tabiat bilimlerinin vardığı aşamadan hareketle evrenin ve dünyanın ve de insanların (canlı türlerinin) varlığı için tek veya çok tanrıya ihtiyaç olmadığını, tüm bunların maddenin hareketinin ürünü olduğunu tabii bilimler temelli ispatlıyorlar.
Tabii ki bu ispatlar doğru ve geçerlidir ama yetmez. Sonuç alıcı değildirler.
Hele hele bir nevi ateizmin başlangıcına geri dönüşü simgeliyen bilimsel doğrularla desteklenen fikirsel yaklaşımlar dizisi (Nuh peygamber ve tufan ve Nuhun gemisi ateistlere teistlerle oldukça neşeli dalga geçme imkanları sunar - dalga geçilmesin demiyoruz ama sonuç sıfıra sıfır elde var sıfırdır).
F. Engels bu konunun -ve mistisizmin- ancak ve ancak teori alanında, insan düşüncesinin gelişmesi tarihinin ortaya konması ve izahı sayesinde sonuçlanabileceğini söyler.
Yani, insanların gelişmesinin tarihinde hangi fikirler ne zaman ortaya çıktılar. Bu fikirlere yol açan maddi şartlar nelerdi? O fikirlerin yerini hangi fikirler aldı ve neden o eski fikirler devrildi ve onun yerini yeni fikirler aldı? Ve şimdi neredeyiz?
Düşüncenin, düşüncenin gelişmesinin tarihi, bunların bilimsel izahı tüm fikirleri tarihsel olarak hak ettikleri yere koymamız ve onları anlamamız için geçerli tek yöntemdir. Tüm teist dinlerde ancak bu şekilde anlaşılabilinir ve onlar tarihteki yerlerine ancak bu şekilde yerleştirilebilinir.
Sadece tek tanrılı dinlerin değil, Hinduizm gibi (bu sıralarda Hindistan’da gerici amaçlı kullanılmakta olan) çok tanrılı dinlerin de tarihteki yeri sorunu ikirciklidir.
Birincisi, bilimsel olarak tüm dinlerin ne şartlarda ortaya çıktıkları ve ortaya çıktıkları anlarda toplumsal gereklilik olarak ne konumda oldukları hemen hemen kesin olarak bilinmektedir. Mesela F. Engels İslam'ın daha ortaya çıktığı anda köleliği savunan bir din olarak gerici bir ideoljiyi yansıtığını söyler. Ve yine F. Engels tüm dinlerde olduğu gibi İslamda da yönetici kesimlerin başına bela olabilecek fikirlerin dogma olarak kullanılabileceğine değinir; mesela İslamda kardeşlerin açlıktan kırılırken sen bolluk içinde yaşarsan vay haline...bu temelli olarak çöllerde gezgin -ve yoksul- aşiretler olarak yaşayan Araplar, şehirlerde, ticaret sayesinde, bu gezgin aşiretleri de soyarak zenginleşen Arap ve İslam kardeşlerinin içinde yaşadıkları bolluğu görünce onlara karşı savaş açar, şehirleri kuşatıp ele geçirip o zenginliği yağmalarlarmış. Da...sonra da kendileri şehre yerleşir, kendileri zenginleşir ve yine kendileri gezgin aşiretler tarafından devrilirlermiş...
Artık ve geldiğimiz aşamada, tüm dinlerin bilimsel izahına sahibiz, tarihteki yerini ve kaçınılmaz olarak tarihe karışacaklarını ve toplumun artık diyalektik materyalist bir anlayışa ulaşması gerektiğini, herşeye bilimsel olarak yaklaşılması gerektiğini biliyoruz. Bugün ve gelecek, insan düşüncesi de diyalektik materyalizme, emprik ve teorik bilime aittir. Bu işin birinci yanı.
Gel gelelim, ve işin ikinci yanı fikirlerin toplumda nasıl kullanıldığı, kimler tarafından ve nasıl kullanıldığı ve toplumsal olarak ne sonuçlar almak amaçlı olarak kullanıldığıyla bağlantılıdır. Oflayıp puflayabiliriz. Bu çağda çok veya tek tanrılı dinlere inanmanın alemi var mı diyebiliriz, ama bu kendi başına hiçbir sorunu çözmez. Çünkü bu alan, yani fikirler arası mücadele alanı, aynı zamanda toplumsal güçler arası kavga alanıdır. Hani derler ya sınıf mücadelesi diye. Bu alan sınıf mücadelesi alanıdır ve gerici sınıflar, geride kalmış sınıflar geride kalmış fikirleri yaşatarak kendilerini de yaşatmaya çalışırlar. Bir yandan 'büyük patlama' teorisiyle evrenin oluşumunu, maddenin milyarlarca yıl alan, ve milyarlarca çeşitliliğe, gelişmeye ve yokoluşa yol açan diyelektik dairesel hareketini izah ederken, öbür yandan tüm din türlerinde ve onların kitleler saflarında yaygınlaşmasında ve örgütleyici güçünce de bir 'büyük patlama' yaşanıyorsa, bunun nedeni insanlığın ilerlemesini önlemek isteyen toplumsal güçlerin hakim konumu ve bu hakim konumu devam ettirebilmek için tüm dinleri -ve dinler farklılığını- kullanmalarıdır. İnsanlar sadece farklı dinler etrafında örgütlenmiyorlar -ki kendi başına bu bile geri sınıflar için Marksizme karşı, komunizme karşı, proleteryaya karşı bir sığınaktır. İnsanlar aynı zamanda farklı dinler etrafında biribirlerine karşı örgütleniyorlar. Baştakiler yiyin biribirinizi diyorlar, bizim başka türlü varlığımızı korumamız imkansızdır. Dini farklılıklar temelli olarak yiyin biribirinizi. Bu arada ve bu sayede biz de iktidarımızı koruyalım! Zenginliğimizi koruyalım. (Nerede kaldı o tüm yoksulların çıkarları için zenginleri deviren Müslüman aşiretler? Tarihte kaldılar. Şimdi işleri güçleri zenginlerin istediği şekilde yoksulları katletmek.)
Komünistlerin iktdar olduklarında dini yasaklayacakları iddia edilir. Bu koskoca bir yalandır. Komünistler bilimin öğrenilmesi gerektiğini bilirler. Bugün yoksulluktan nefes alamayan, her sene 50 milyonları yoksulluktan dolayı açlık ve en basit hastalığa kurban giden, nefes aldıkları her anı yaşamak için kavga ederek geçirmek zorunda olan insanlarımızın bilimi öğrenmeleri biraz zor değil, imkansızdır. Bu nedenle onlar her türlü dini fikirlere açıktırlar ve hertürlü dini fikirlere de sahiptirler. Bu da bilimsel bir tespittir. Bu durumun komünistlerin iktidarı şartlarında bugünden yarına değiştirilemiyeceği de bilimsel bir tespittir. Bu nedenle ve ancak yoksulların desteği sayesinde ve onlarla iktidar olabilen ve iktidarda kalabilen komünisler katiyetle dini yasaklamamışlardır ve yasaklamazlar. Onlar en hızlı bir şekilde yoksulların yaşam şartlarını iyileştirirler ve böylece onlara bilimi öğrenme imkanı sağlarlar. Komünizmin yoksul halkımız saflarında var olan din ve benzeri tüm fikirlere karşı yaklaşımlarının temeli bu şekildedir. Açıktır ki, komünistlerin iktidar olabilmeleri için yoksul kitleler saflarında, proleterler, işçiler emekçiler ve dahası profosyoneller saflarında komünizm için destek fikrinin oluşması, komünist partisi etrafında örgütlenmenin oluşması yani zengin sınıfların oluşturdukları örgütlenmelerden, bu arada zenginlerin yönettiği dini örgütlenmelerden de bir kopuşun oluşması gereklidir. Ve bu konuda ve fikirler alanında muazzam ve sürekli bir kavga verilmeli ve bu kavga örgütlenmek şeklinde maddi bir sonuca yol açmalıdır. Yani kavga gerek fikirler alanında gerekse örgütler alanında dine ve dincilere karşı değildir, kavga her zaman dini kendi çıkarları için ve yoksulların zararına kullanan zenginlere, zengin sınıflara, onların kurtuluşlarını geri fikirlerde, halkımızın geri fikirler etrafında örgütlenmesi ve bölünmesinde gören siyasetlerine karşı bir kavgadır.
Bu kavga mesela Sovyetler Birliği’nde Rus Katolik Kilisesi’nin Moskova’daki merkez kilisesinin paramparça edilmesine ve o kilisenin yerine halkın içinde yüzdüğü, Dünyanın en büyük ısıtılmış açık hava havuzunun inşasına yol açmıştır. Bunun sebebi bahsi edilen kilisenin rahiplerinin yurt içinde ve yurt dışında vatan düşmanlarıyla birlikte, feodallere ve burjuvalar ve emperyalistlerle birlikte din ve kilise maskesi ardında yıkıcı faaliyet yürüttüğünün ispatlanmasıdır. Malumdur ki, Sovyetler Birliği’ni yıkıp, Sovyet halkını tam bir yıkıma taşıyan hainler gürühunun ilk faaliyetlerinden biri, Sovyet halkı açlıkla karşı karşıyayken bu kiliseyi yeniden inşa etmek olmuştur.
Kavganın dine karşı olan yönü bilimsel doğruların gelişmesi içinde dini fikirlerin artık geçerliliğini yitrmiş olduğunun ispatından ibarettir. İdealizm değil. Materyalizm. Yani madde gelişmesi içinde beyine ve fikirlere yol açar, tersi, değil. Metafizik değil. Diyalektik. Yani hareket dışarıdan bir gücün varol dediği ve kendini tekrarlayan dar bir dairesel hareket, fasit bir çember değildir, değişimi ve gelişimi içeren maddenin kendi içinde varolan hareketi, zıtlar üzerinden hareketi, diyalektik harekettir. Eski ve birikmiş 'idea' ların, eski fikirler silsilesinin altını üstüne getirerek, herşeye o idealar yığını içinde çözüm üretemeye çalışan şekliyle 'ideoloji' değil, hereşeyi olduğu gibi ele alan empirik ve teorik bilim olarak 'ideoloji'!
Yaşasın yoksulların zenginlere karşı birliği. Yaşasın komünizm! Yaşasın bilim!
Kahrolsun gericiler ve onların dini kullanarak halkları katletme planları ve faaliyetleri!