SOSYALİZMDE KOMÜNİZMDE DEVLET SORUNU-STALİN

J.V. Stalin, SBKP (B) Merkez Komitesi Çalışmaları Üzerine XVIII. Parti Kongresine Sunulan Rapor 10 Mart 1939, s. 244-52,

İnter Yayınları, I. Basım, Aralık 1993

4.Teorinin Bazı Sorunları

Propaganda ve ideolojik çalışmalarımızın eksikliklerine, son derece büyük pratik değeri olan bazı teorik sorunlarda yoldaşlarımızın tam bir netliğe ulaşamamış olmaları, bu sorunlara ilişkin belli bir karışıklığın hüküm sürmesi de eklenmelidir. Genel olarak devlet, özel olarak da Sosyalist devletimiz ve Sovyet aydınları sorunundan sözediyorum.

Zaman zaman şu soru soruluyor: ''Ülkemizde sömürücü sınıflar ortadan kaldırıldı, artık düşman sınıflar yok, ezilmesi gereken hiç kimse kalmadı. Buna göre artık devlete gerek yok, devlet yavaş yavaş ölmeli -neden sosyalist devletimizin yavaş yavaş ölmesine çalışmıyoruz, neden varlığına son vermek için çaba harcamıyoruz, devletle ilgili bu ıvır zıvırı bir kenara atmanın zamanı gelmedi mi?''
Ya da : ''Ülkemizde artık sömürücü sınıflar ortadan kaldırıldı, sosyalizm esas itibariyle kuruldu, komünizme doğru yürüyoruz, oysa Marksist devlet öğretisi komünizmde hiç bir devletin olmayacağını söylüyor -Neden sosyalist devletimizin yavaş yavaş ölmesine çalışmıyoruz, devleti antik çağ müzesine sürmemizin zamanı gelmedi mi?''

Bu sorular, soru soranların Marks ve Engels'in devlet öğretisini cümle cümle ezberlediklerini kanıtlıyor. Ama, bu yoldaşların öğretinin özünü kavramadıklarını, bunların hangi tarihsel koşullar altında kaleme alındıklarını bilmediklerini, özellikle içinde bulunduğumuz şimdiki uluslararası durumu anlamadıklarını, kapitalist kuşatmanın var olduğunu ve bunun sosyalizmin ülkesi için doğurduğu tehlikeler olgusunu farketmediklerini de kanıtlamakta. Bu sorularda sadece kapitalist çevrenin küçümsenmesi dile getirilmiyor, aynı zamanda, burjuva devletlerinin ve organlarının ülkemizde casuslar, katiller, zararlı unsurlar yollamalarının ülkemize karşı bir askeri saldırı düzenlemek için fırsat kollamalarının küçümsenmesi dile geliyor; bu sorularda aynı zamanda sosyalist devletimizin ve sosyalizmin ülkesini dışarıdan gelecek saldırılara karşı korumak için gerekli olan askeri-ceza ve güvenlik organlarının öneminin küçümsenmesi dile geliyor. Bu küçümseme hatasını işleyenlerin sadece sözünü ettiğim yoldaşlar olmadığı saptanmalıdır. Belli ölçülerde hepimiz, bütün Bolşevikler aynı hatayı işliyoruz. Troçkist ve Buharinci elebaşıların, casusluk ve komplo faaliyetlerinden son zamanlarda, 1937/38 yıllarında haberdar olmamız şaşırtıcı değil mi ? Oysa bu baylar, belgelerden görülebileceği gibi, Ekim Devrimi'nin ilk günlerinden bu yana yabancı casusluk organlarının hizmetinde casus olarak çalışmış ve komploculuk yapmışlardır. Bu ciddi olguyu nasıl farkedemedik? Bu başarısızlık neyle açıklanır? Bu soruya genellikle şu yanıt veriliyor: Bu insanların bu kadar alçalacaklarını tahmin edemezdik. Fakat bu bir açıklama değildir, böyle savunma da olmaz. Zira başarısızlık olgusu, başarısızlık olarak kalır. Bu başarısızlığın nedeni nedir öyleyse? Bu başarısızlığın nedeni, insanların kibirini, karaktersizliklerini, onları casusluk ağlarına düşürmek ve bu ağı Sovyet devletinin organlarına kadar yaymak için kullanmaya hazır bizi çevreleyen burjuva devletlerin ve onların casusluk organlarının gücü ve öneminin küçümsenmesidir. Bunun nedeni, sosyalist devlet ve onun karşı savunma aygıtının rolü ve öneminin küçümsenmesidir; bu karşı savunmanın küçümsenmesi, karşı savunmanın Sovyet Devleti'nde önemsiz olduğu, Sovyet Devleti gibi Sovyet karşı savunmasının da yakın zamanda antik çağ müzesine tıkılacağı yönündeki saçmalık, küçümsemeye yolaçmıştır.

Bu küçümseme ülkemizde hangi zemin üzerinde varolabildi?

Marksizmin devlet teorisinin bazı genel önermelerinin yetersiz incelenmesi ve eksik bırakılmaları zemininde varolabildi. Bu küçümseme teorik genellemeler için bize, oldukça zengin malzeme sunan pratik devlet faaliyetinin yirmi yıllık
deneyimine sahip olduğumuz, eğer gerçekten istersek bu teorik boşluğu başarıyla doldurabileceğimiz halde, devlet teorisiyle ilgili olarak suç sayılması gereken bir kayıtsızlık içinde bulunduğumuz için yaygınlaşmıştır. Lenin'in Rus Marksistlerinin Marksizm teorisini geliştirmekle yükümlü oldukları yolundaki talimatını unutmuştuk. Lenin şöyle söylüyor:

''Biz, Marksist teorinin tamamlanmış ve dokunulmaz olduğunu kesinlikle düşünmüyoruz: Tam tersine bu teori, eğer hayatın gerisinde kalmak istemiyorlarsa, sosyalistlerin her yönde geliştirmek zorunda oldukları bilimin temel direklerini oluşturmuştur. Biz, Rus sosyalistleri için, Marksist teorinin bağımsız bir ele alınışının özellikle gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü Marksist teori, özel olarak İngiltere'de Fransa'dakinden, Fransa'da Almanya'dakinden, Almanya'da Rusya'dakinden farklı uygulanacak genel yönlendirici tezleri ortaya koymaktadır''. (Lenin; Tüm Eserler, Cilt IV, Berlin 1968, s. 205 ).

Örneğin, Engels tarafından verilen sosyalist devletin gelişimiyle ilgili teorinin klasik formülünü ele alalım:

''Baskı altında tutulması gerekli herhangi bir toplumsal sınıf kalmadığında, sınıf egemenliğinin ve bugüne kadarki üretim anarşisinin neden olduğu tek tek varolma mücadelesiyle, bundan kaynaklanan çatışmalar ortadan kalktığında özel bir baskı erkine, devleti gerekli kılan baskı altında tutulacak birşey olmayacaktır. Bütün toplumun gerçek temsilcisi olarak devletin ilk eylemi -toplum adına üretim araçlarına el koymak -aynı zamanda onun Son eylemi olacaktır. Egemenlik ilişkileri bütün alanlarda giderek gereksizleşecek ve kendiliğinden sönecektir. Bireylerin üzerindeki egemenlik, yerini, işlerin yönetimine, üretim süreçlerinin yönetimine bırakacaktır. 'Devlet ortadan kaldırılmayacak, yavaşça ölecektir.'' (Friedrich Engels: Bay Eugen Dühring'in Bilimi Altüst etmesi, Berlin 1970, s. 262).

Engels’in bu tezi doğru mudur?

Evet doğrudur, ama sadece şu iki koşul altında: a) Sosyalist devlet sadece ülkenin iç gelişimi açısından inceleniyor, bu arada baştan itibaren uluslararası faktör dikkate alınmıyor ve devlet gibi, ülke de, araştırmanın basitleştirilmesi için, uluslararası durumdan soyutlanarak değerlendiriliyorsa, ya da b) sosyalizmin bütün ülkelerde ya da ülkelerin çoğunda zafere ulaştığı, kapitalist bir çevreye değil de sosyalist bir çevreye sahip olduğumuz, dışarıdan gelecek herhangi bir saldırı tehlikesi bulunmadığı, ordu ve devletin güçlendirilmesinin gereksizliği varsayılıyorsa bu tez doğrudur.

Peki ama, sosyalizm sadece bir ülkede muzaffer olduysa ve bu durum karşısında uluslararası koşulların dikkate alınması zorunluluğu varsa ne olacaktır? Engels'in bu formülü soruyu yanıtlamamaktadır. Engels, aslında kendisine böyle bir soru sormuyor bile, dolayısıyla da bu soruya yanıt vermesi mümkün değildi. Engels, sosyalizmin, halihazırda, az çok bütün ülkelerde ya da ülkelerin çoğunda aynı zamanda zafere ulaştığı varsayımından yola çıkıyor. Dolayısıyla burada, şu ya da bu ülkedeki, şu ya da bu somut sosyalist devleti değil, sosyalizmin bir çok ülkede muzaffer olduğu koşullarda genel olarak sosyalist devletin: gelişimini incelemektedir. Engels şu formülden hareket ediyor: ''Sosyalizmin bir çok ülkede muzaffer olduğunu varsayalım; akla şu soru geliyor: Bu durumda proleter devlet, sosyalist devlet nasıl bir değişiklik yaşayacaktır?'' Engels'in sosyalist devlet sorununu incelerken, uluslararası durumu hiç bir biçimde gözönüne almamasının tek nedeni, sorunu koyuş biçiminin bu genel ve soyut niteliğiyle açıklanabilir.

Bundan çıkan sonuç ise, sosyalist devletin kaderiyle ilgili Engels'in bu genel formülünün sosyalizmin tek bir ülkede zafere ulaştığı, kapitalist bir çevreyle kuşatıldığı ve dışarıdan gelecek herhangi bir saldırı tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu bundan dolayı da uluslararası durumu dikkate almak zorunda olduğu özel, somut bir duruma uygulanamayacağıdır; burada sözkonusu edilen ülke, sosyalizmin kazanımlarını bir dış saldırıya karşı koruyabilmek için hem iyi eğitilmiş bir orduya, hem de iyi örgütlenmiş yargı organları ve güçlü bir karşı savunma örgütüne, dolayısıyla da yeterli derecede güçlü olan bir devlete sahip olmak zorundadır.

Zamanımızla aralarında 45-55 yıllık bir dönem olan Marksizmin klasiklerinden, uzak gelecekte, tek tek her ülkede, tarihin şu ya da bu zikzaklarını önceden görmeleri beklenemez. Marksizmin klasiklerinden, 50 -100 yıl sonra, şu ya da bu ülkede ortaya çıkabilecek bütün teorik sorunlara hazır çözümler sunmalarını
-bizlerin, Marksizmin klasiklerinin ardıllarının tembelce yan gelip yatabilmeleri ve hazır çözümleri tekrarlayabilmeleri için beklemek gülünçtür. (Gülüşmeler). Oysa zamanımızın Marksist-Leninistlerinden, Marksizmin tek tek gelen önermelerini ezbere öğrenmekle yetinmemelerini, tersine Marksizmin özüne girmelerini, ülkemizde yirmi yıldır varlığını sürdüren sosyalist devletin deneylerini dikkate almalarını ve nihayet bu deneylere dayanarak ve Marksizmin özünden hareket ederek Marksizmin genel tezlerini somutlaştırmayı, tamamlamayı ve iyileştirmeyi öğrenmelerini beklemek zorundayız. Lenin ''Devlet ve Devrim'' adlı ünlü kitabını, Ağustos 1917'de, yani Ekim Devrimi'nden ve sosyalist devletin kurulmasından bir kaç ay önce kaleme almıştı. Lenin, bu kitabın temel görevini, oportünistlerin çarpıtma ve bayağılaştırma girişimlerine karşı Marx ve, Engels'in devlet teorisinin savunma görevi olarak görüyordu. Rus Devrimi'nin 1905 ve 1917 deneylerinden başlıca dersleri çıkaracağı ''Devlet ve Devrim''in ikinci bölümünü de yazmayı amaçlıyordu. Lenin'in amacının, kitabının ikinci bölümünde, ülkemizdeki Sovyet iktidarının deneyimlerine dayanarak, devlet teorisini daha da geliştirmek olduğundan kuşku duyulamaz. Ancak, ölüm, onun bu görevi yerine getirmesini engelledi. Fakat Lenin tamamlayamadığını, öğrencileri yapmak zorundadır. (Coşkun alkışlar).

Devlet, toplumun düşman sınıflara bölünmesi temelinde oluştu, sömürücü azınlık yararına, sömürülen çoğunluğu zaptetmek için oluştu. Devletin iktidar araçları esas itibariyle, ordu, yargı organları, polis aygıtı hapishanelerde yoğunlaşır. Devletin faaliyetini iki ana işlev karakterize eder: İç (esas olan)
-sömürülen çoğunluğu zaptetmek; ve dış (esas olmayan}­ egemen sınıfın topraklarını başka devletlerin topraklan zararına genişletmek, ya da kendi topraklarını bir başka devletin saldırılarına karşı savunmak. Köleci toplumda da, feodal toplumda da durum buydu. Kapitalizm koşullarında da farklı değildir.

Kapitalizmi yıkmak için sadece burjuvaziyi iktidardan uzaklaştırmak, kapitalistleri mülksüzleştirmek yetmiyordu, aynı zamanda burjuvazinin devlet aygıtını, onun eski ordusunu, bürokratik memur aygıtını, polisini, tamamen parçalamak ve bunların yerine yeni, proleter rejimi, yeni sosyalist devleti geçirmek gerekiyordu. Bilindiği gibi, Bolşevikler tam da böyle yapmışlardır. Fakat burada yeni, proleter devlette eski devletin belli işlevlerinin proleter devlete uygun değişimlerle muhafaza edilemeyeceği sonucu çıkmaz. Buradan, sosyalist devletimizin biçimlerinin değişmeden kalmak zorunda olduğu, devletimizin ilk baştaki işlevlerinin tümünün aynen kalacağı sonucu da çıkmaz. Gerçekten de ülkemizin biçimleri, ülkemizin gelişimine, dış durumun değişimine göre değişikliğe uğramaktadır.
Lenin şunları söylerken tamamen haklıydı:

''Burjuva devlet biçimleri olağanüstü çeşitlidir, fakat bu devletler öz itibariyle aynıdır: Bu devletlerin tümü, şu ya da bu biçimde, ama son tahlilde burjuva diktatörlükleridir. Kapitalizmden komünizme geçiş elbette çok çeşitli politik biçimler ortaya çıkaracaktır, fakat bunların özü hep aynı olacaktır: Proletarya diktatörlüğü.'' (Lenin, SE, Cilt 11, Berlin 1970, S. 346, Almanca).

Ekim Devrimi'nden bu yana sosyalist devletimiz gelişim sürecinde iki ana safhadan geçmiştir.

Birinci aşama, Ekim Devrimi'nden sömürücü sınıfların tasfiye edilmesine kadarki dönemdir. Bu dönemin esas görevi, yıkılmış sınıfların direnişini ezmek, müdahalecilerin saldırılarına karşı ülkenin savunmasını örgütlemek, endüstri ve tarımı yeniden kurmak, kapitalist unsurların tasfiyesi için koşulları hazırlamaktan oluşuyordu. Devletimiz, bu dönemde, bu göreve uygun olarak iki ana işlev yerine getirdi. Birinci işlev, ülke içinde yıkılmış sınıflan baskı altına almaktı. Bu noktada devletimiz şeklen, karşı olanları bastırma işlevine sahip eski devletleri andırıyordu. Ama eski devletlerle arasında şu, temel fark vardı: Onlar sömüren azınlık yararına sömürülen çoğunluğu baskı altında tutarken, devletimiz emekçi çoğunluk yararına sömürücü azınlığı baskı altında tutmaktadır. İkinci işlev, dışarıdan gelecek saldırılara karşı ülkeyi savunmaktı. Bu noktada da şeklen, ülkelerinin savunmasını silahlı biçimlerde de yapan eski devletlere benziyordu. Ama eski devletlerle arasında şu temel fark vardı. Eski devletler böyle durumlarda sömürücü azınlığın servetini ve ayrıcalıklarını korurken, bizim devletimiz dışarıdan gelecek saldırılara karşı emekçi çoğunluğun kazanımlarını korumaktadır. Bunlardan başka devlet organlarımızın yeni, sosyalist ekonominin ve insanların sosyalizm ruhuyla eğitilmesinin tohumlarını geliştirmeyi amaçlayan, ekonomik-örgütsel ve kültürel -eğitsel çalışması olmak üzere bir üçüncü işlevi daha olmuştur. Ne var ki bu üçüncü işlev sözkonusu dönemde, önemli bir gelişim gösterememiştir.

İkinci aşama, kentte ve kırda kapitalist unsurların tasfiyesinden sosyalist ekonomik sistemin tam zaferine ve yeni anayasanın kabulüne kadar olan dönemdir. Bu safhanın temel görevi, bütün ülkede sosyalist ekonomiyi örgütlemek ve kapitalist unsur artıklarını tasfiye etmek, kültür devrimini örgütlemek ve ülke savunması için tamamen modern bir ordu kurmaktı. Sosyalist devletimizin işlevi bu görevlere uygun olarak değişmişti. Ülke içinde askeri baskı işlevi ortadan kalktı -kendiliğinden söndü-, çünkü sömürücüler yokedilmiş, sömüren kalmamış, o nedenle de baskı altında tutulacak kimse yoktur. Devlet baskı işlevi yerine, sosyalist mülkiyeti hırsızlardan ve halkın malını yağmacılardan korumak işlevi edinmişti. Ülkenin dış askeri saldırılara karşı koruma işlevi ise, bütünüyle muhafaza edildi, dolayısıyla yabancı casusluk örgütleri tarafından ülkemize gönderilen casus, katil ve zararlıların ortaya çıkarılması ve cezalandırılması için gerekli olan Kızıl Ordu, Kızıl Donanma, yargı ve karşı savunma organları da varlığını korudu. Devlet organlarının ekonomik-örgütsel ve kültürel-eğitsel çalışmasının işlevi de sürdü ve büyük gelişme gösterdi. Şimdi devletimizin ana görevi, ülke içinde, barışçıl ekonomik-örgütsel ve kültürel-eğitsel çalışmada yatmaktadır. Ordumuza, yargı organlarına, karşı savunmaya gelince, bunların hedefi artık, ülke içine değil, ülke dışına, dış düşmanlara yönelmiştir.

Gördüğünüz gibi artık şeklen ve işlevleri itibariyle birinci safhadaki sosyalist devletten önemli ölçüde farklılaşmış tarihin şimdiye kadar tanık olmadığı tamamen yeni, sosyalist bir devlete sahibiz.

Ne var ki, gelişme bu noktada duramaz. İlerlemeye, komünizme doğru yürümeye devam ediyoruz. Ülkemizde komünizm döneminde de devlet korunacak mıdır?

Evet, kapitalist kuşatma ortadan kaldırılmadıkça, dış saldırı tehlikesi kalkmadıkça korunacaktır; bu arada devletimizin değişen iç ve dış durumlara göre değişik biçimler alacağı açıktır.

Hayır, kapitalist kuşatma ortadan kaldırılır, kapitalist çevrenin yerini sosyalist bir çevre alırsa, korunmayacak, sönecektir.

Sosyalist devlet sorunu böyledir.