TÜRKİYE 1935

KAPİTALİST ÜLKELERİN EKONOMİK COĞRAFYASI, A.S. DOBROV, MOSKOVA, 1935.
İnglizceden çevrilmiştir.

  1. TÜRKİYE
  2. FİZİKİ-COĞRAFİ DURUMU
    COĞRAFİ KONUMU
    Türkiye Cumhuriyeti Karadeniz, Marmara, Ege Denizleri ile Akdeniz ve Marmara Denizinin kuzeyinde Balkan Yarımadası’nın küçük bir bölümü ile çevrili Küçük Asya (Anadolu)’da yer alır. Sovyetler Birliği kuzey-doğuda Türkiye’ye komşudur. Doğusunda İran, güneyinde Arap ülkeleri Irak (Mezopotamya) ve Suriye ile çevrilmiştir. Irak İngiltere’ye Suriye ise Fransa’ya bağımlıdır. Kuzey-batıda, Avrupa yakasında Türkiye’nin Yunanistan ve Bulgaristan ile sınırı vardır.
    Türkiye’nin toplam yüzölçümü 762,000 km²’dir. Bunun yalnızca 24,000 km² ‘si (%3) Avrupa’dadır.
    Savaştan önce Türkiye’nin yüzölçümü iki katı idi—1,800,000 km² —. Suriye, Filistin, Irak ve bugünkü Arap ülkeleri—Hicaz, Yemen, Kuveyt ve diğerleri- Türkiye’nin sınırları içinde idi.

    YERYÜZÜ ŞEKLİ
    Küçük Asya (ya da Anadolu) bugünkü Türkiye’nin ana bölümüdür. Burası 1km yükseklikte, batıda Ege Denizi’ne doğru alçalan, doğuda gittikçe yükselen ve kuzey-doğuda dağlık Ermenistan’la birleşen bir platodur. Küçük Asya Platosu’nda paralel dağ sıraları baştan başa uzanırlar. Kuzeyde Pontin sıradağları, güneyde ise Toroslar uzanır (2.3-3.5 km yükseklikte).
    Türkiye’nin Avrupa kısmı alçak dağlar arasında bir yayladır (Meriç nehri vadisinin bir bölümü).

    NEHİRLERİ
    Ülkenin dağlık yapısı nedeniyle Küçük Asya’daki nehirler hızlı ve gemiciliğe elverişsizdir.
    En önemlileri Kızılırmak, Yukarı Aras, Dicle ve Fırat’tır.

  3. KISA TARİHİ
    Türkiye’nin parlak ve güçlü dönemi XVI. Yüzyılda idi. Bu dönemde Balkan Yarımadası’nın tümünü (bugünkü Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk ve Yugoslavya), Tuna ülkeleri (Macaristan ve Romanya), Ukrayna’nın güney kesimi, Kırım, Kuzey Kafkasya, Transkafkasya, Mezopotamya, Suriye, Filistin, Asya’daki Arap yarımadasının tümü, Mısır ve Afrika’nın tüm kuzey kıyılarını elinde bulunduruyordu.
    Büyük Türk ya da Osmanlı İmparatorluğu müthiş bir askeri ve ekonomik güce sahipti. Askeri zaferler sonucunda sürekli ganimet yağıyordu. Hakimiyeti altındaki uluslardan vergiler alıyordu. Esirlerin köle olarak satımı da büyük bir gelir kaynağıydı. Buna ek olarak, Güney Avrupa (İtalya devletleri ve İspanya) ile Doğu (Suriye, Mısır ve Hindistan) arasındaki ticaret nedeniyle limanlarından ve sınırlarından yüklenen ya da geçen mallardan alınan gümrük ücretleri ve vergileri de Türkiye’nin ekonomik gücünün artmasına neden oluyordu.
    XVI. yüzyılda yeni toprakların (Amerika) ve Hindistan’a yeni deniz yollarının keşfedilmesi, ticaret yollarının Akdeniz’den uzaklaşmasına yol açtı. Bu, Türkiye’nin önemli bir gelir kaynağından yoksun kalmasına ve sonuçta da feodalizmden ticaret kapitalizmine geçen Avrupa ülkelerine göre ekonomik olarak gerilemesine yol açtı. Ekonomik gerilik ise ordu örgütlemesi, silahlanma, yol inşası gibi askeri-teknik konularda geriliğine neden oldu. Bu şekilde güçlü Türk imparatorluğunun ekonomik ve askeri çöküşü başladı. XVII. yüzyılın sonundan beri Türkiye büyük askeri yenilgilere uğramış, büyük topraklar kaybetmiş ve eşitsiz ticaret anlaşmaları imzalamak zorunda bırakılmıştır. 1699’da Macaristan Türk hakimiyetinden kurtulmuştur. XVIII. yüzyılda, Türk-Rus savaşlarından sonra Rusya güney Ukrayna, Kırım ve Kuzey Kafkasya’yı ele geçirmiş, fakat Kafkasya’nın Karadeniz kıyılarını bırakmıştır. XIX. yüzyılda ise Rusya, İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan Türkiye’den ayrılmaları için Yunanistan, Romanya, Sırbistan ve Bulgaristan’a yardım etmişlerdir. Rusya Kuzey Kafkasya ve Transkafkasya’nın Karadeniz kıyılarını, Avusturya Yugoslavya’nın tüm kuzey ve batı bölgelerini, Fransa Kuzey Afrika kıyılarını ele geçirmiş, İngiltere ise Mısır, Arap kıyılarının bir kısmı—Aden, Assir ve Oman—üzerinde koruyuculuk hakkını ve Kıbrıs Adasını ele geçirmiştir. 1911’de İtalya Türkiye’nin Kuzey Afrika’da en son elinde kalan Trablusgarp’ı almış ve Türkiye 1912-1913’de Balkan ülkeleri ile savaşta Avrupa’daki topraklarının büyük bir bölümünü kaybetmiştir.
    Türkiye’yi “Avrupa’nın hasta adamı” olarak değerlendiren tüm ülkelerin emperyalistleri topraklarının paylaşımını, Türkiye’nin siyasi bir varlık olarak tümüyle ortadan kaldırılmasını planlamışlardır. Bunu nedeni de bir pazar olarak önemi, bir hammadde kaynağı olması ya da yatırım alanı olması değil, ticaretin çok önemli olması ve stratejik konumu idi. Karadeniz’e “anahtar” olan İstanbul ve Çanakkale boğazlarına Rusya ve İngiltere göz dikmişlerdi. Süveyş Kanalı Mısır topraklarında inşa edilmişti ve bu da İngiliz emperyalizmi için büyük öneme sahipti. Süveyş Kanalı’na giden yoldaki Suriye ve Filistin de İngiltere için olduğu kadar, İngiltere’nin rakipleri olan Fransa ve Almanya için de çok önemli idi. Son olarak da, Türkiye topraklarının esasını oluşturan Küçük Asya ile Irak körfezine ve Hindistan’a olan en kısa yol idi ve Irak kıyıları Hindistan’a açılan stratejik bir yerdi. Bütün bunlar Alman ve İngiliz emperyalistleri arasındaki keskin mücadelelerin nedenleri idi.
    Türk topraklarının sürekli küçülmesi ile birlikte ülkede yabancı sermaye her geçen gün daha çok hakim hale geldi. (“Kapitülasyonlar” adı verilen) eşitsiz anlaşmalarla Türkiye yabancılara çok büyük ayrıcalıklar tanımak zorunda bırakılmıştı. Bunlar Türk kanunları ve mahkemelerinin kapsamına girmiyor, vergi ödemiyorlar, mallarında ise çok az vergi alınıyordu. Yabancı malların akın etmesiyle Türk sanayisinin gelişmesi yavaşlamış, imalat sanayisi darbe yemişti. Yabancı sermaye—Fransız, Alman ve İngiliz-, Türkiye’nin ulusal ekonomisinde, fakat yalnızca borçlar, demiryolları, gemicilik ve ticaret kuruluşlarında yatırımlar şeklinde geniş ölçüde yer almıştı. Böylece Türkiye kendi gelişmiş sanayisine sahip olamamış, belirgin feodal kalıntılar yüzünden de geri bir tarım ülkesi olarak kalmış, köylülük köleleştirilmiştir. Bu durum ve süre giden savaşlar Türk hükümetinin yabancı sermayeye büyük oranda borçlanmasına neden olmuş ve bu şekilde Türkiye’nin ekonomik yaşantısında daha çok hakimiyet sağlamışlardır.
    XIX. yüzyılın ortalarına kadar ülkenin iç durumunda feodal kalıntılar hakimdi. Sultan mutlak hakimdi. Hakimiyeti parlamento tarafından sınırlandırılmamıştı. XIX. yüzyılın sonuna doğru ve XX. yüzyılın başlarında ticaret burjuvazisi, imalat işçileri ve köylüler arasında olduğu gibi, ordu da hem alt kademelerde hem de subaylar arasında hoşnutsuzluklar arttı. (Çoğunlukla da aydınlar, memurlar ve subaylardan) Genç Türkler Partisi kuruldu. Bu, emekçi kitlelerin desteğiyle 1908’de iktidarı da ele geçirdi, anayasa hazırladı ve parlamento seçti. Genç Türklerin emekçilere ve Türk olmayan milliyetlere karşı izlediği siyaset, bunların kitlelerin desteğini kaybetmesine neden oldu ve eski rejim yanlıları 1909 ve 1912’de iki kez Genç Türkler Partisi’ni iktidardan devirdiler. Fakat 1913’te Genç Türkler iktidarı yeniden aldılar.
    1914’te Türkiye Almanya ile bir ittifak halinde Dünya Savaşı’na girdi ve yenildi. 1920’deki Sevr Anlaşması ile Filistin ve Irak’ı İngiltere’ye, Suriye’yi Fransa’ya, İzmir yöresinde Küçük Asya’nın bir bölümünü Yunanistan’a bırakmak, Afganistan’daki hakimiyetinden vazgeçmek, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını İngilizlerin ve Fransızların kontrolüne vermek zorunda kaldı. Türkiye’nin başkenti olan İstanbul’da (Konstantinopol) İngiltere ve Fransa’nın ordu ve donanma yetkilileri yerleşti. Pratikte Sultan’ın hükümetini ellerinde tutuyorlar ve ülke üzerinde hakimiyet kuruyorlardı. Daha sonra Küçük Asya’nın derinliklerinde ulusal kurtuluş hareketi yükseldi. Hareketin başını General Kemal Paşa çekiyordu ve ticaret burjuvazisi ile köylüleri temsil ediyordu. Ankara’da yeni devrimci bir hükümet kuruldu. Bu hükümet “tümüyle Türk” olan toprakları—İzmir bölgesi- elinde tutan işgalcilerden biri Yunanistan’a karşı mücadeleye girişti. Mücadele 1920’de devrimci Türkiye’nin zaferiyle ve Sevr Anlaşmasının reddi ile sonuçlandı. Lozan Barış Anlaşması ile İzmir Türkiye’ye geri verildi ve itilaf orduları İstanbul’dan çekildiler. Yabancılara tanınan ayrıcalıklar (“kapitülasyonlar”) kaldırıldı. İçeride bir dizi reformlar başladı. 1923’te, Türkiye’de yeni bir hükümet yapısı oluşturuldu. Bu, bir başkanı (Kemal Paşa) ve bir parlamentosu, Millet Meclisi olan bir burjuva cumhuriyeti idi.
    Kilise ile devletin ayrılması hemen gerçekleştirildi. Feodal unsurların kısmi çözülmesi yer aldı (örneğin, “aşar” adı verilen ve topraktan alınan vergi); Avrupa tipi medeni ve ceza kanunları hazırlandı, çok evlilik yasaklandı ve kadının kurtuluşu ilan edildi. Türk fesinin yerini Avrupa şapkası aldı ve Latin alfabesi kabul edildi.
    Bugün Türkiye’nin tüm hükümet mekanizması, Kemal Paşa tarafından başı çekilen Halk Partisi’nin elindedir. Bu hükümet küçük Asya’nın iç bölgelerindeki burjuva ile kapitalist köylülerin çıkarlarını temsil etmektedir. Proletarya ve köylülüğün devrimci hareketleri ve komünist örgütler bastırılmıştır. Kemal Paşa’nın diktatörlüğü diğer burjuva partilerin varlığına izin vermemektedir. (Kemal Paşa) din adamları ve feodal unsurlarla enerjik bir biçimde mücadele etmektedir.

  4. EKONOMİ VE NÜFUS

    Türkiye eskiden yarı-sömürge bir ülke idi. 1920’deki ulusal kurtuluş devrimini takiben kendisini yabancı emperyalist hakimiyetinden kurtarmıştır. Bugün tarım tipi bir ekonomiye sahip olan orta derecede kapitalist seviyede bir ülkedir. Tarım ve el sanatları sanayisi hala geridir. Hükümet yapısı bir burjuva cumhuriyetidir.

    GENEL KARAKTERİSTİKLERİ

    Tarihi geçmişinden de gördüğümüz gibi Türkiye ekonomik gelişmesinde geri kalmıştır.
    Hem feodalizmin geri tutması, hem de ulusal ekonomiyi harap eden ve yabancı sermayenin büyük ölçüde girmesine neden olan bir dizi felaketli savaşlar nedeniyle ülke 1920’ye kadar yarı-sömürge bir ülke idi.
    Ulusal kurtuluş hareketinin zaferi, eskiden hakim olan yabancı emperyalizmin hakimiyetinin yıkılmasına takiben Türk ekonomik yaşantısında büyük adımlar atıldı—ulusal ekonominin gelişmesi ve tarımda feodal unsurların temizlenmesi—. Buna rağmen modern Türkiye’nin ekonomisi hala çok geridir ve ülke orta derecede gelişmiş kapitalist ülkeler arasında son sıralarda yer alır (Bulgaristan, Yunanistan ve Portekiz gibi).
    Yapısal olarak Türk ulusal ekonomisi yarı-sömürge ülkelerin ekonomisine yakındır. Tarım ekonominin ana koludur. Sanayi önemsizdir. Kendi kendine geçim sağlayan nüfusun yalnızca %6’sı sanayi ile uğraşır ve bunlar da esas olarak el sanatları tipindedir. Yalnızca hafif sanayiler ve madencilik gelişmiştir. Yabancı sermaye ülkenin finansman, ticaret, gemicilik ve madenciliğe hala hakim bir rol oynamaya devam eder. Türk hükümeti kapitalist temelde, fakat yabancı ekonomik bağımlılıktan kurtulmuş bir büyük ulusal sanayi kurmaya çalışmaktadır ve şeker ve tekstil alanında bazı başarılar elde etmiştir (bir ölçüde SSCB’nin yardımıyla). Türk milli bankası (yabancı sermayeye bağlı olan ve devlet bankasının işlevlerini de yerine getiren eski Osmanlı Bankası) da kurulmuştur. Fakat bunlar yabancı ekonomik bağımlılıktan tam kurtuluş yolunda atılmış küçük adımlardır.

    NÜFUS

    Türkiye’nin nüfusu 14,000,000’dur. Bunun 1,100,000’i Türkiye’nin Avrupa kesimindedir (bunların %86’sı Türk’tür), %11’i doğuda yaşayan Kürtlerdir, %2.5’i de İstanbul’daki Yunanlılardır (savaştan önce çok sayıda Yunanlı Ege sahilinde İzmir’de yaşardı. Fakat Lozan Barış Anlaşması gereğince bunlar Yunanistan’a dönmek, Yunanistan’daki Türkler de Türkiye’ye gelmek zorunda kaldılar).
    Nüfus yoğunluğu ortalama olarak km ‘ye 19 kişidir. Küçük Asya’nın orta bölgelerinde bu 1.5’e kadar düşer. Batıda ise 100’ün üstüne çıkar.
    Şehirlerde yaşayan nüfus %26’dır. Başlıca şehirler 1925’ten beri başşehir olan Ankara (nüfus 80,000); Türkiye’nin Avrupa kesiminde Boğaz’da yer alan eski başşehir İstanbul (Konstantinopol) (700,000); İzmir (160,000) ve Bursa (60,000)’dır.

    TARIM

    Tarım Türkiye ekonomisinin ana dalıdır. Düzeyi çok düşüktür. Nüfusun %81’i tarımla uğraşır. Esas köylü kitlesi 5 hektara kadar çıkan küçük topraklara sahiptir. Çiftçilerin %80’ini oluşturan bu kesim, tarım yapılan toplam alanın %7’sini elinde bulundurur. Bunlar toprak ağaları, kulaklar ve tefecilere bağımlıdırlar. Tarıma elverişli toprakların %93’ü toprak ağaları ve kapitalist köylülerin elindedir. Toprağı olmayıp emeğini satanların sayısı ise yarım milyondur.
    Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde esas olarak üç tip tarım görülür: 1) Ataerkil yaşantıyı ve büyük-ölçekli feodal toprak mülkiyetini hala sürdüren yarı-göçebe Kürt aşiretlerinin çoğunlukta olduğu, İran ve Sovyet Transkafkasyası sınırına yakın ülkenin doğu bölümünde hemen hemen doğal ekonomi mevcuttur.
    2) Küçük Asya’nın büyük bölümünde, orta ve kuzey bölgesinde bireysel köylü toprak mülkiyeti vardır ve sınıf ayrılıkları belirginleşip artmaktadır. Küçük ve orta boy çiftlikler çoğunluktadır. Bunlar toprak ağalarından ve kapitalist köylülerden ek toprak kiralamak zorundadırlar. Toprak ağaları kendi çiftliklerini kendileri ekip biçmezler. Esas olarak ağır şartlarla toprağı kiraya verirler. Köylülere tohum ve araç da temin ederler. Buna karşılık mal-rant, yani ürünün %50-80’ini alırlar. Toprak ağaları ve kapitalist köylüler para borçlandıran ve komisyonculuk rollerini de üstlenirler. Köylülerin ürünlerini ihracat yapan ticaret firmalarına satarlar.
    3) Küçük Asya’nın Akdeniz’e yakın güney ve batı bölgelerinde, iklim ve toprak şartlarının uygun olması nedeniyle değerli pamuk, susam, tütün, haşhaş, zeytin ve üzüm yetiştirilir ve büyük-ölçekli kapitalist toprak mülkiyeti vardır. Emek kiralar, modern makine ve traktör kullanırlar.
    Türk hükümeti 1920’de “Köylü Türkiye’nin efendisidir” diye açıklamıştı. Pratikte hükümet, krediler ve tarım makineleri temininde yardımcı olmak yoluyla vergilendirme siyasetinde yalnızca kapitalistler ve aracı unsurları desteklemektedir. Tarım dallarının coğrafi dağılımı şöyledir: başlıca tarım dalı olan çiftçilik genellikle Küçük Asya Yarımadası’nın kenarlarında yapılır. Merkezi bölgeler kuru bir iklime sahiptir ve ancak suni sulama ile çiftçilik yapmak mümkündür. Bu bölgelerdeki steplerde ve yarı-çöllerde sığır hayvancılığı gelişmiştir. Ülkenin tüm alanının %10-12’si ekilmektedir. Ekilen alanın büyük çoğunluğunda, (%90) tahıl (buğday ve arpa) yetiştirilir. Tahıl üretimi çok düşük düzeydedir. Üretim verimsizdir. Bu yüzden dışarıdan tahıl ithali gerekli hale gelir. Ekilen alanın %6-7’sinde teknik ürünler yetiştirilir (pamuk, tütün, susam ve haşhaş). Türk pamuğu (düşük kaliteli) ülkenin güney-batı bölgesinde Akdeniz kıyılarında yetişir. Tütün hemen hemen tüm ülkede yetişir, fakat daha çok denize yakın yörelerde bulunur. Son yıllarda şeker pancarı ve kendir otu de yetiştirilmeye başlanmıştır. Ekilen alanların yaklaşık %4’ünde meyve yetiştirilir (zeytin, incir, erik, çeşitli yemişler, dut, üzüm vs.) Hayvancılık orta ve doğu bölgelerinde yapılır. Daha çok koyun ve keçi (yünüyle meşhur Ankara keçisi) beslenir. Eşekler Türkiye’de bir dizi işte kullanılır.

    SANAYİ

    Türkiye’nin sanayisi küçük çaptadır ve el sanatları özelliği taşır. 100’den fazla işçi çalıştıran orta büyüklükte yalnızca 150 kadar işletme vardır. Bunlar tüm işletmelerin binde birini oluştururlar. İşletmelerin yalnızca %4’ü makine gücünden yararlanır. Ulusal kurtuluş hareketinin zaferinden sonra Kemal hükümeti Türkiye’nin sanayi gelişmesini hızlandırma siyasetini benimsemiştir. Mamul malların ithalatını kısıtlamış, ithal edilen makinelerden gümrük vergisi alınmasına son vermiş, yeni işletmelere krediler ve ayrıcalıklar sağlamış ve devlet sanayi işletmeleri oluşturmuştur. Fakat sermaye eksikliği, yabancı sermaye ile tamamlanmayan mücadele ve 1929’dan beri de dünyadaki kriz endüstriyel gelişmeye sekte vurmuştur.
    Türkiye’de ağır sanayi dallarından yalnızca kömür madenciliği, daha çok Karadeniz sahilinin batı kesiminde Zonguldak kömür havzasında gelişmiştir. Türkiye zengin kömür yataklarına sahip olmasına rağmen, yılda yalnızca 1,000,000-1,500,000 ton kömür üretilmektedir. Karadeniz’in batı bölümündeki Zonguldak havzası ana kömür bölgesidir. Bakır, kurşun, ve krom çıkarımı yetersizdir. Kömür ve kurşun madenciliği Fransız sermayesinin, bakır Alman, krom ise İngiliz sermayesinin elindedir. İmalat sanayisinde daha çok hafif sanayi dalları hakimdir. Metal sanayisindeki tek büyük kuruluş (Ford) Amerikan sermayesine bağlı olan ve 1929’da İstanbul’da kurulan tarım makineleri montaj fabrikasıdır.
    Gıda ve tekstil sanayileri önde gelen dallardır. Çalışanların %43’ü gıda, %18’i de tekstil sanayisinde çalışır. Tütün, deri ve çimento daha az önemlidir. Tereyağı ve peynir üretimi, konserve fabrikaları ve şeker fabrikaları (bunlardan iki tanesi krizden hemen önce küçük Asya’nın orta bölümünde kurulmuştur) gıda sanayisinin önemli kuruluşlarıdır. Gıda sanayisi bütün ülke çapında yayılmıştır.
    Tekstil sanayisi şu dallardan oluşur: yünlü Ankara ve İstanbul bölgelerinde, İzmir ve Adana’da; ipekçilik Bursa’da; halıcılık İzmir bölgesinde ve Küçük Asya’nın orta bölgelerinde, SSCB’nin yardımıyla Kayseri’de büyük bir tekstil işletmesi kurulmaktadır.

    DIŞ TİCARET

    Türkiye’nin dış ticareti büyük değildir. Metal ve tekstil malları ithal edilir. Tarım ürünleri, tütün, yün, pamuk, ipek, meyva ve halı ihraç edilir. Türkiye esas olarak İngiltere, İtalya, Fransa ve Almanya ile ticaret yapar.

    YABANCI SERMAYE

    Dünya Savaşı’ndan önce Türkiye’yi yarı-sömürge bir ülke yapan yabancı sermaye, 1920 devriminden bu yana üstünlüğünü kaybetmiştir. Fakat şimdi de Türkiye’nin ekonomik yaşantısını etkilemektedir. Türkiye’yi yabancı sermaye kullanmaya iten en önemli nedenler eski Türkiye’nin Fransız ve İngiliz sermayesine borçlu olması ve ülkenin kendi sermayesinin olmamasıdır. Türkiye’deki bir sürü yabancı banka, mali yaşantıyı etkilemektedir.

    SOVYETLER BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER

    Türkiye Sovyetler Birliği ile çok dostça ilişkiler içindedir. Türkiye SSCB’nin kendisini mahvetme amacında olmadığını, tam tersine yabancı sermayeden kendini kurtarması için yardım etmek istediğini bilmektedir.
    Sovyet hükümeti Türkiye için krediler açmış ve Türkiye’ye Sovyet uzmanları göndermiştir.
    (sayfa 283-289)